rss
email
twitter
facebook

Tuesday, November 24, 2009

UYKU İLE UYANIŞ ARASINDA

UYKU İLE UYANIŞ ARASINDA

I
            Kültür ve edebiyat  tarihi boyunca “uyku ve uykudan uyanış” teması her insana aşina gelen bir eylem, ama aynı derecede çarpıcı gelen sembolik çağrışımlarıyla,  sık rastlanan bir  anlatı mecazı olarak ortaya çıkar.  Özellikle felsefi, dini ve ideolojik devrim ve dönüşümlerin, kişisel değişimlerin, ihtida ve irtidat hadiselerinin, kimlik değişiklerinin, yani bir gerçek silsilesinden, bir ruh ve bilinç alanından diğerine  geçişin ya da intikalin olduğu anı ifade etmek için kullanılır.  Her inanç sistemi genel anlamıyla bir ideo-(=fikir sistemi) loji(=logos=söylem ve mantık silsilesi) olarak algılandığı için, A ideolojisi bir uyumayı ondan B ideolojisine geçiş ise uyanışı ifade edebilir.  Tersi de aynı derecede doğru olabilir. Uyanış illa boş, amaçsız ve “ideal” olmayandan gaye yüklü, hedefe yönelik ve ülkü eksenli bir anlayışa terfi anlamına gelmez.  Bakış açısının derinlik ve sabitliğine göre aynı tür bir dönüşüm bir tür tenzili de ifade edebilir.  Ayrıca insanın tercihleri kendince daha uygun ve daha hayırlı saydığı yönde olacağı için bu tercih, süreç-sonuç değerlendirmesi bir yana ister vehim isterse fehim olsun veya uykudan uyanışa olduğu kadar bir uykudan diğerine geçiş anlamında olsun, iyi kabul edilmesi gereken bir durumdur.    Mesela bir hristiyanın ihtida etmesi müslümanların zaviyesinden bir teşerrüf ve terfi hadisesidir. 
Öte yandan  irtidat eden bir  müslüman (diyelim ki hristiyan olsun) bir tenzil ile tezelzül (zillete düşme) ile muhatap olmuştur. Bu tür dönüşümlerin farklı tezahürleri olabilir elbette.  Öte yandan kimi ateistler de o zamana kadar var olduğuna inandığı bütün değerleri inkar sürecinin sarhoşluğu ile kendini bütün değerlerin üstünde, onlara müstehzi edayla “gafiller, siz hala uyumaya devam edin bakalım!” tavrıyla  kendini mutlu hissedebilir.  İnanma onun için esareti ifade ederken, inanan için mutluluk ve hatta hürriyetin temel unsuru olabilir.  Aynı ateist bir değer silsilesini inkar etmekle Allah’dan bağımsız bir düşünce sistemi içine girdiğini, artık “dehasıyla” her sınırı aşıp, bütün engelleri tepelediğini düşünürken, bizzat bir başka insanın inşa ettiği zihin ve kelam mahpesine kendini gönüllü zincirlemiş de olabilir. 
Schaeffer’in Equus adlı oyununun Türkiye’de solun sahiplenmesi, tercüme etmesi, sahnelemesi ve izlemesi, aslında oyundaki Hristiyan öğretilerine kindar bir intikam duygusuyla İsa’yı temsil eden atı kör ederek yaklaşan Oedipal “kahramanı” çok sevmeleri ya da Hristiyanlığın bugün kafası çalışan kendi mensuplarını da tatmin etmekten uzak doktrinleri değildi. Doğrudan yapamadıkları özelde İslam’a genelde dine darbe vurma işini, gölge oyunu taktikleri ve “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” şeklinde formülleştirilen, şarka özgü dolaylı stratejinin Batıcı müsteşrikçe yorumlamasıydı. Bu şekilde bir bağımsızlık anıtı dikmişlerdi kendilerince, ama aynı güruh (eğer oyunun çağrışımlarını anlayacak kapasitede iseler) Marksçı ya da Marksça sistemleri hiçbir zihinsel, kültürel filtreye tabi tutmadan kırkbayırda beklemeye alırlardı.  Ama Türkiye’dir burası, eski Yunan tiyatrosundaki gibi maskelerle çıkılır sahneye.  Ve “dünya bir tiyatrodur...”  İdea’nın kalkıp “logos” zihin cambazlığına dönüştüğü post-modern, ama pre-mortem.  Silinen hafızalar ve silinen tarih, formatlanan ve yeniden matrikslere oturtulup yeniden yazılan kültür.  Fecr-i kazible uyanan, ama fecr-i sadıkla “bu da yalan” diye uykuya dalan kültür.  Uykudan hayırlı olanı sadece kıyam hali bilen, devamlı uyanıklığı ancak kıyamette gören kültür.  Elif kadar kıyamda dik olmak, mim kadar rükuda olmakla mümkün.  İkisi de uyanıklık kademeleri zaten.
II
Yahudi Geleneğinde ilk uyku hadisesi Tekvin Bahsinde geçer.  Ağırlıklı olarak ikinci babta işlenen konuda Yahova (ya da Tevratın Priestly gibi değişik varyanlarında  Elohim veya Adonai) altı gün boyunca evrenin çeşitli unsurlarını yaratır ve sonra bir bakar ki iyi işler yapmıştır.  Hemen herşeyin eşini yaratırken birden hatırlar ki Adam’ın eşini yaratmamıştır.  Bakar ki Adam (dem ve adem köklerinin ikisini de çağrıştırmaktadır) yani “ish” yalnız hissetmektedir. Ona uygun bir yardımcı yaratmak ister.  Bunun için cerrahi bir operasyon yapması gerekmektedir.   Adam’ı yatırıp uyutur ve o uykudayken, kaburga kemiklerinden birini çıkarır ve onu sonradan adı Eve olacak “ishah”a dönüştürür.  Adam uyandıktan sonra bir “yardımcı” çıkar karşısına.  Sonrası, yılan, ağaç ve dünyaya atılış.
Adam’ın uyanış sonrasında farkettiği durum, bir yandan kendi yalnızlığının bittiğini ifade eden bir varlığın ortaya çıkması diğer yandan onunla beraber ortaya çıkan problemdir.  Daha önce cennette yalnızlık haricinde derdi olmayan Adam, Eve’in yaratılması ve cennetteki yılanın teşvik ve aldatmasıyla yasak meyve olan “iyilik ve kötülük bilgisinin ağacı”dan yer ve onun da aldatmasıyla Adam yer.  Dolayısıyla Adam’ın uyku sonra içine uyandığı gerçek ve kadınla içine doğduğu gerçek ise yasak olunan alanın ihlalidir.  Bu iki uyanış da Adam açısından iyi sonuçlar doğurmamıştır.  Ya Eve’siz cennet , ya da cennetsiz Eve tercihleri arasında yani uykuda kalmak ve uyanmak arasındaki süreçte tercihini—velev ki sehven de olsa--   Eve de yana yapmış, Eve de Yahova’nın “bu ağaçtan yemeyin, yoksa ölürsünüz!” buyruğu değil, yılanın teşvikleri doğrusunda yapmıştır.  İşin ilginç tarafı burada Yahova’nın dediği değil, yılanın ki doğru çıkar; yani Adam ve Eve meyve yemelerinden sonra ölmezler.  Ancak fiziken ölmeseler de masumiyetlerinin ölmesi bir anlamda diğer türlü ölüme matuf bir mecaz olarak karşımıza çıkar. Artık Adam daha önce olmadığı şekilde, zamanın akışına tabi olarak hem yaşlanma hem de ölümle mukadder olacaktır.  Her ne kadar nesil silsilesi ile soyu devam etse de, artık onlar ve ondan sonraki çocukları ölümü tadacaklardır.  Bu ölümcüllüğün sebebi de önce Yahudi geleneğinde –mesela Sirach’ta—sonra da Hristiyanlıkta kadın olarak anılacaktır: “Bir kadından sadır oldu günah ve onun yüzünden ölmekteyiz hepimiz.” Ve bu uyanış Eve ile olmuştur.  Eve “Havva” ile aynı kelime kökünden gelmekte olup “hayat” anlamındadır.  “Hayat”ın başlattığı bir ölüm süreci ise uyanışın anlamı.  Bilincin maliyeti bilincin mahiyetinden fazla olmuştur.  
Bu nedenle Yahudilikte kendini “kadın olarak yaratmadığı için” tanrıya şükretmek hem geleneğin hem de dinin bir parçası olmaktadır.  Kırklarına kadar dolayısıyla kadın—bir anlamda menopoz süresine kadar—Yahudi geleneğinde kutsal kitabını eline almamalıdır.  Taki bu anlayışa göre “cinsellikten”  arınsın ve yaşlanmanın getirdiği unsurlardan dolayı bilinçlenme olmasın.  Olursa da  artık bu bilinçlenme zararsız olsun.  Kitapla bizzat buluşması, kadının bilgilenmesi  ve bilinçlenmesi anlamına gelir --ki zaten cennetten kovulma bu yüzden olmuştur- onun bizzat okuma ve anlama çabası ona dekoderlik yapacak olan haham ya da eşin sultasından çıkması be kendine ait bir anlama ve hüküm alanı oluşması demektir.  Bu da hem ruhban ve pederşahi yapıların tarümar olması anlamına gelir.   O halde fincancı katırları uyumaya devam etmelidir.
Her ne kadar yahudilikte doğan çocuğun annesinin yahudi olması onun da yahudiliğine vesika sayılsa da bu ikilem anneye atfedilen bir kutsallıktan değil, babanın tesbitinin çok zor olmasından kaynaklanmadır.  Burada ilginç bir husus da içselleştirilmiş bu şüpheden kaynaklanan ve tepkiye dönüşen  Hz. Meryem’in Hz. İsa’ (a.s.) ya  hamile olması özellikle yahudi toplumunun şüphesini çekmiştir.  Hem  Yahya hem Meryem şüphe altında bırakılmak suretiyle hem onların namuslarına dil uzatılmış hem de daha sonra İsa (hristiyanların dilinde sadece böyle adlandırılır çünkü o, anlayışlarına göre hem tanrı hem de tanrının oğludur)  ve/ya Hz. İsa’nın getirdiği tebliğin sıhhatini sorgulanabilir şekilde şüphe anaforuna fırlatmak istemektedirler.  Böylelikle ticarethaneye dönen Kudüs ve İsa’nın bizzat kendi dinlerinden deliller sunarak zemmettiği, hile-i şeriyye ile bizzat—mesela Sabbat gününde meşgalelerine devam ederek- yahudi uygulamaları  bir dayanak noktası bulacak ve onun tebliğini geçersiz kılacaklardır.  Ki bunu beceremeyince Romalı hükümdarı tahrik ederek  İsa ve Havarilerinin üstüne Romanın siyasi gücünü kullanarak yok etmeye çalışmaları bu nedenledir.  O beklenen  “Mesih” değildir, çünkü yahudilerin aksine kutsal mekanlara giren ticaret işlerine karşıdır.  O’nun krallığı bu “dünyada değildir,” İsa’ya göre.  Ama yahudiler bu açık seçik mesajı bile çarpıtarak yerel Romalı mülki amire götürüp, meseleyi Roma’yı tehdit eden bir siyasal güç olarak İsa’yı anlatırlar.  Sonra havarilerden yahudi kökenli olan birisi de satın alınacak ve onun ihbarıyla İsa ve havariler zulümlere maruz kalacaklardır.  Avrupa da asırlarca sürecek olan anti-semitizmin kökünde yatan bu tarihi vakıa ve ticaretin ahtapotlaşan siyasi güce dönüştürülmesinden başka birşey değildir.  Bundan dolayı, her ne kadar İsa da Arami olsa da yahudilere verilen ad “theocide” yani tanrı katili olmuştur.  Fakat buda  1940lardaki ciddi bir belagat oyunu ile sözlüklere giren “genocide” ile yer değiştirmiş, raylarda yapılan makaslama ile hem mazlum ve masum ve mazlumluğunun da ticaretini yapıp ticari kazanca tevil ve bu kazancı da bizzat zalimlik yapmakta kullanan bir gölge oyununa dönüştürülmüştür.   Gerektiğinde hem mensuplarını hem de dünyayı uykuya garkeden bir gölge oyunu...
III
Hristiyan geleneğindeki en önemli uyuma hikayesi “Efesli Yedi Uyuyanlar” (EYU) diye adlandırılan yedi gencin hikayesidir. Bu hikaye genellikle Hristiyanlıkla özdeş tutulmuştur, Desius ya da Theseus dönemine tekabül ettirilir, ama İsa öncesi döneme ait bir hadiseye atıfları kuvvetle belirgindir. Yahudilikten ayrılan bir kol olan uzlet içinde yaşamayı gaye edinmiş “Çileci Essen Kardeşliği”ne dair referanslar çoktur.  Onlardan kaldığına inanılan ve Kumran Ölü Deniz yazılarında deliller bulmak mümkündür.  Bu hikayeden devşirilen temayla yazılan başka eserlerde olmuştur.  Mesela bunların en belirgin olanı Amerikalı yazar Washington Irving’in “Rip Van Winkle” adlı hikayesidir.  Ki bu hikaye Alman edebiyatındaki  “Uyuyan İmparator” efsanesi de dayanır.  Diğer taraftan bir varyantı da “Uyuyan Prenses” masalıdır.  İster dini ister seküler olsun bu anlatılarda temel olan unsur bir değişim veya dönüşümdür.  Emile Zola’nın Germinal adlı eserinde de bir sembolik uyanış vardır, ama bu uyanış yarım kalır ve işçi devrimi ertelenir.  Bu uyanışın gerçekleşmesi ise, maden işçilerinin maden sahibine yani burjuvaya başkaldırısının direnişten devrime olan gidişi olacaktır.  Kitabın kahramanı kıvılcımını başlattığı devrimin söndüğünü görünce bölgeyi terketmek zorunda kalacaktır.
Kur’andaki “Ashab-ı Kehf” ile EYU hikayelerinin birleştiği nokta   uyanış hadisesinin tam bir dönüm noktası, bir milad olmasıdır.  İnançları yüzünden baskı ve zulümlere maruz kalan inananlar topluluğu üş asırı aşan bir uykuya yatarlar.  Uyku onlar için hem zalimlerden hem de muhtemel bir katliamdan korurken, içinde uyudukları mağara onlara ikinci bir ana rahmi işlevi görür; Rahim’in onlar için yarattığı bir rahim. Kehf suresinde bu şöyle işlenmektedir: “Ey Rabbimiz!” demişlerdi, “bize katından bir rahmet bahşet; ve içinde bulunduğumuz şartlar ne olursa olsun bizi doğruluk bilinciyle donat!” Biz de bunun üzerine mağarada onların kulaklarını yıllarca kapalı tuttuk.  Sonra onları uyandırdık ki geçen sürenin iki bakış açısından hangisiyle daha iyi değerlendirildiğini gösterelim” (10-12).
Kefh ashabı uyandığında  değişmeyen sadece inanç, bilinç ve fikir dünyalarıdır; daha önceki ceberrut idarenin etkileri kaybolmuş, daha rahat ve mutlu olabilecekleri yeni bir asra yeniden doğmuşlardır.  Uyku onları zamandan ve zamana hükmeden bütün zararlı kişi ve şeylerden korumuştur. Geçen zamanı onlar da farketmediklerinden dolayı, uyandıklarında  içlerinden birini şehre yiyecek birşeyler almaya gönderdiklerinde değişikliği farkedecektir. Çevre değişmiş, vaktiyle kullandıkları para tedavülden kalkmıştır.  Paranın burada tefrik edici unsur olması önceki ve sonraki iktidar dönemi ve alanlarını ayırması ve iktidarı temsil eden bir amil olması belirgin bir durumdur.,
Öte yandan EYUdan mülhem “Rip Van Winkle”da uyku yirmi yıl sürer ve bu geçen zaman içinde Winkle’ın zerre kadar katkı ve gayreti olmadan, müstemleke olan Amerika bir “bağımsız” cumhuriyete dönüşmüştür, etrafta seçim kampanyaları vardır.  Winkle için en önemli olan değişiklik ise, uyuduğu zaman sürecinde nefret ettiği karısının ölmüş olmasıdır ki derinlerden gelen bir “ohh!” sesi bunu ifade eder.  Dolayısıyla Tevratta Adam’ın uykusuyla gelen kadın, onun cenneti kaybetmesine neden olan kadın, Winkle’ın uykusuyla tekrar tarihe karışır ve cehenneme dönen hayatı cennete döner.  Hikayede bayan Winkle hem İngiltere nezdinde idari zorbalığı, hem de EYUdan aldığı ilhamdan dolayı dini zulmü temsil ettiği için, onun gidişi bütün baskıların da yok olması anlamına gelmektedir.  Ve hikayenin tamamı hem eşinden hem de İngilizlerden alınan zımni bir intikamın dışa vurumu olarak ortaya çıkar. 
“Uyuyan Prenses” hikayesi ise önceki varyantlarından farklı bir temayı işlemektedir.  İdeolojik ve inanç temelli reflekslerden uzak olan hikayede, yine de otorite problemi ve onunla çatışma, elektra kompleksini yansıtmaktadır.  Üvey anne ile kızı arasında sıkışan bir baba figürü hem sevginin ve otoritenin temsilcidir. Onun sevgisini tek başına elde etme amacında olan ikinci eş, üvey kızından kurtulmak isteyecek ve ona şirin görünüp daha sonra ortdan kaldırmak suretiyle ve sevgiyi hem de otoriteyi eline alacaktır.  Onun hilesiyle uykuya dalan prenses ise elma mecazıyla aslında rüştünü ortaya menfur üvey annesine rağmen koymak isteğinde olan kızın zımni başkaldırısını imgeler.  Yıllar sonra prensin busesi ile uyanması, rüşt yaşını tamamladığı anlamına geldiği gibi onun iyi niyetine binaen hem ona hem de ülke halkına bahşolunan bir prensle olacak, uykudan hem prenses hem de ülke halkı uyanacaktır. 
Kafka’nın “Değişim” adlı hikayesi de bir uyuyup uyanma sürecini anlatır.  Gregor Samsa makinalaşma ile hayatı saran kapitalist mekanizmada mekanik bir hayatın içinde bir vida parçasıdır.  Hayattan kopuk, kazandığı kadar ailesinden sevgi gören Samsa, bir sabah uyanır bir de ne görsün, bütün vücudu ile tam tekmil bir böceğe dönmüştür. Elbetteki bu imge Kafka’nın içe dönük travmatik yapısı ve yapısının ve bunu da Samsa tipine yansıtmasının bir sonucu.  Ovid’in hikayelerinde ki dönüşümlerden farklı bir tarz var burda.  Samsa böcek görünümündedir, ama hala ruh hali itibariyle insandır.  O zamana kadar değer verdiği insanların kendine ne kadar değer verdiğini bu yeni kimliğiyle görür.  Bu büründüğü yeni şekil bir anlamda kapitalist sistemdeki ilişkiler ağını derinlemesine görmesini sağlayacak, kendini sevenlerin neden ve ne kadar sevdiklerini gösteren bir mercek bakışı sağlayacaktır.  O bu yeni değişime uğramış haliyle etrafını, etrafındakiler de onu izleyecektir.  Aslında değişime uğrayan sade Samsa olarak kalmayacak, onun değişen rolüyle aile fertleri de değişecektir. Değişimin özünü oluşturan ise kapitalist sistemdeki Samsa’nın rolüdür.  Samsa artık işe gidememekte, eve ekmek getirememektedir.  Bu nedenle işyerinden gelen denetleyicinin gözünde artık bir hiç olduğu gibi, ailesi de tedricen onu bir hiçliğe mahkuk edecek ve zamanla onu çöpe atarak kurtulma yolunu seçecektir.  O halde Samsa aslında kendi hiçliğine uyanmıştır... Uyanışla gelen varlığının anlamsızlığa dair bir hiçliğe... Kapitalin heyşeyi tayin ve herşeye takakküm ettiği bir yeni hayat tarzının Kafkanın kendi hafakanlarıyla yoğurduğu cesur yeni dünyanın Wells’den önce ortaya çıkan trajikomik manzarası.
VI
Yakın dönemlere geldikçe uyku ve uyanış temasının yoğunluk kazanarak edebiyata olduğu kadar sinemaya da yansıdığını da görmek mümkündür. Bu dönem aynı zamanda ondokuzuncu asırdan itibaren artan ütopik toplum projelerinin sonra erdiği ya da bu projelerle oluşan hayal kırıklarının ortaya çıktığı, distopyaya dönüştüğü dönemdir.  Büyük bir uyanışı ifade eden, önceleri rüya gibi görünen, ama daha sonraları gitgide kabusa dönüşen Bolşevik Devrimi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve varoluş sorunları ile beraber zahiri görünüm ile hakikat arasındaki uçurumlar ve bunun neticesi otya çıkan bunalımlar;  Potemkin Zırhlısı, Hayvan Çiftliği, 1984, Total Recall, Blade Runner ve yakın zamanlarda Matrix en belirgin eserler bu konuda.  Bir de Katolik sinema sektörünün estetik kamuflajla örttüğü, Cell, Stigmata gibi filmler.
Özellikle 1990 da Sovyet ideolojisinin çöküşüyle hızlanan Yeni Dünya düzeni ve Globalizm adı altında yeniden çikolata kaplı pasteller halinde yutturulan eski dönem kolonileştirme hareketleri ve tüketim toplumu mantığının yansımaları kitle iletişim araçları ve kapitalın dünya devletleri hükümetlerini üstelik kendi istedikleri şekilde bu ülke meclislerinden geçirmeleri sonucu daha önce teritoryal sömürü halindeyken gitgide artan oranda ülkeleri aşıp kapitalın kendisini (Amerika ve Amerikan halkı dahil) dünyanın Kapitali (yanı başı ve başkenti) yaparken dünya halklarını zihinsel kolonileştirme mankurtlaştırma sürecine sokmuştur. Ondokuzuncu asırdan kalma ve nisbete kirlenmiş, eskimiş olan Kapitalizm, Globalizm, liberalizm gibi daha yumuşak  ve olası tepki ve tepkimeleri yumuşatmayı amaçlayan kelimeler  placebo etkisini göstermeye başlamıştır.   
Martin Amis’in 1984 yılında yayımladığı Money adlı romanında bu placebonun etkilerini açıkça görmek mümkündür.  Eserin “kahramanı” John Self adında biridir.  Self bir sabah uykudan uyanır ve “gerçek” dünya ile medyanın sunduğu imajların dünyasında uçurumu farkeder.  Öncelikle debelenir bu uçurumda, hangisinin gerçekten gerçek olduğuna dair hafakanlar yaşar bir müddet.  Kendi ile hesaplaşma süreci sancılıdır. Müteakip safhalarda Self (bir anlamıyla “nefs”) olan gerçeklikle sunulan gerçeklik arasında kaybolur ve ahlaken yozlaşmaya başlar.  Artık onun için gerçek, maddi zenginlik ve cinsel dürtüleridir.  Süfli arzular ve paradır varlığının özü artık Self’in.  Ne ideo  ne de logosu vardır (=ideoloji).
Self’in sonraki hayatı, artık Christopher Marlowe’un Doktor Faustus’un hayatına benzer.  Daha önce iyi bildiği herşey kişilik ve kimliğinde iz bırakmadan buharlaşır.  Onun tek amacı kendi kimliksizliğininin rahatsızlığı ise kendini başkalarında etik-klonlamak suretiyle yapar.  Kendini ahlaki açıdan karbon kopyalarken iyiden iyiye şeytanın rolüne de soyunur artık. Makinalaşan hayatın mekanik, seri üretim tarzında onun hayatında yansımasıdır.
Self geçirdiği dönüşüm aslında sonraki yıllarda ortaya bariz olarak çıkan bir kültürel ve ruhsal serencamı ifade etmektedir.  Tüketimin hayattaki bütün yenilgi ve sıkıntı alanlarının telafi edildiği bir mutluluk iksirine dönüştüğü, sözümona bireylerin tükettiği kadar mutlu olduğu ve o ölçüde  insan, vatandaş ve hatta mesela dindaş sayıldığı bir  yeni düzen.   “Safları sıklaştırın, araya fakirler girmesin.”  İnancın ve inançsızlığın ticarileştiği, hesapların Tanrı’ya bırakılmadan, onun dünyadaki vekilleri tarafından kesildiği, ümmet, millet, yoldaş, partidaş ve bilmem ne derken gitgide kabileleşen, aşiretleşen, külte dönüşen güya sivil toplum birliktelikleri.  Birlikteliği  BİR de değil, cebirde, tekfirde, iksirde, tesirde bulan, afyonlaşan, batınileşen, teatrallaşan ve maskeleşen, maskeleştikçe kaskatı kesilen, mazlumluk hissiyatıyla yola çıkıp zalimleşen, hak ve sorumluluk alanında oluşan değerleri ancak daha çok tüketmekle telafi eden kitleler, kütleler.  Globalizmin tapınaklarında herşey satılıktır.  Parayla alınan herşeyin yanında bir bedava tanrı.   Uyku ile uyanış arasında sadece neyin “uykudan daha hayırlı” olduğuna dair alınamayan bir karar ve o karardaki istikrar, secdedeki huşu ve kıyamdaki vakar, rüküdaki serdengeçti hal.  Elif’e mim gibi
Elektronik kıble göstericiler ile kolaylaşan yön tayini, ve fakat seyyarlaşan kıble ile yoldan çıkış.   Kapıkulluğu ve yanaşmalık hissinden uzak; kendi cevheriyle ve birey olarak varolduğunu anlayan ve ifade edenlerin, sadece Rabbın terbiyesiyle terbiye olup, ona kulluk eden ve O’nun yazdığı kitabı onun muradınca okuyan; O’nun gerçeğine teslimiyetin, hakiki hürriyetin mihenk taşı olduğunu anlayan; inanmanın gururunu ve hayat boyu hergün inanmanın biyeviye bir süreç olduğunun farkında olan, hatası ve sevabıyla var olan, hatasıyla kendisini girdaba sokmayıp sevabıyla kendini göklere çıkarmayan bir uyanış hali olmalı amaç.   Evrenin Müellif ve Sanatkarı haricinde herşey ve herkese dair mükemmellik iddiasını atarak, mükemmel vehmedilenlere takılmadan, şeytandan değil O’ndan korkan, ondan aldığı güçle şeytana ve şeytani olana meydan okuyan, sadık olması kaydıyla hem fecre hem de onun için zulmete hazır olan, trafik canavarı ve günah keçisine dönüşen “nefs”le kavgasına teneffüsle ara verip hakikatın nefasetine kendine bırakan, en başta zihniyle üretmeyi esas alan ve kendinden utanmayan, kendi meşruluğuna önce kendisi inanan, aldığı mirasın şuurunda, ama altında ezilmeyen ve “....aminu” buyruğunu zihninde damıtıp, gönlünde özümseyen, yüreğine kazıyan ve Kehf’de uyumayı değil, mağaradan çıktıktan sonra parayla uyutulmamayı esas alan bir uyanış. Uyumakla uyanışın arasında tebdil-i halden öte yeni uyanışın yeni bir uyku hali olmasına izin vermeden bir muttasıl intibah....İster gece ister sabah.   


         



0 comments:

Post a Comment