rss
email
twitter
facebook

Tuesday, November 24, 2009

KADIN AĞLAMAK MAÇOLUK



Ağlamak çok tabi bir duygusal yoğunlaşma alameti iken, maço kültürler ağlamak sadece kadını duygusallıkla ve sadece erkeği akıl ve rasyonalite ile özdeşleşririr. Aslında gülen—hele biraz sesli gülünce—kadına da iyi gözle bakılmaz. Ağlamak da, gülmek de çok insani duygular olur hissedilince --taktiksel değil-- anlam kazanırlar. Diğer mahlukatta bu özellikler bildiğimiz kadarıyla yoktur. Olanlarda ise fizyoloyik bir tepki şeklinde olup duygusallıklan uzaktır. Sesli gülen erkeğe de “karı” gibi gülmek tarzında bir aşağılama yakıştırılır ki buı aslında erkeği güldüğü için değil, kadınsı sayılan bir özellikle ortak bir hüküm alanı olan erkekliğe bulaştırıldığı içindir.  Onun için "erkekler ağlamaz" hem Amerikan frontier hem tek kanadı kopan Türk maço kültlerinde bir kadınsallık ifadesi, dolayısıyla bir zayıflık ifadesi sayılır.  Bu anlayışın bazı nüveleri Dede Korkut Hikayeleri’nde erkek çoçuğu olanın ak otağa, kızı olanın kara otağa oturmasında belirgindir.
Bu mantığın ilk formlarını eski Yunan ve Roma geleneklerinde de görmek mümkündür.  Hristiyan ve Yahudi geleneğinde de kadınlar meta olmaktan ve cennetten kavulmanın ve fanileşmenin bir sebebi görülmüş kadınlar yılanlık, sinsilik ve zehirleyicikle özdeşleşen bir resim çerçevesine oturtulmuştur  (bkz. Genesis ve Sirach).  Yahudi geleneğinden kaynaklanan bu bakış Hristiyanlık döneminde, Jesus'un kimi düşmüş kadınlara gösterdiği merhamet tecellilerine rağmen, daha sonraları ve özellikle Ortaçağ boyunca artan bir kadından nefret ve kadın düşmanlığına kadar gitmiştir.  Bu trendi değiştiren ilk rönesans dönemindeki Endülüs etkileriyle kadının erkek gözünde değişikliğe uğraması oldu.  Değişerek günümüze kadar gelen ve kıta farkı gözetmeksizin Batı ülkelerinin ekseriyetinde görülen bir kadın tasavvuru gelişti.  Yahudi, Grek, Roma dönemlerinde kuluçka makinası olarak görülen kadın, Hristiyanlıkta Meryem imajıyla yaklaşık 10. asırdan itibaren değişti. Daha önceleri Jesus resimleri kaplamıştı ikona ve resimlerde.  Sonraları unutulan bir Meryem figürü ona öykünerek ortaya çıkmaya ve edebiyata, resme yansımaya başladı.
Bu geleneklerde ensest ve eşcinsellik çok yaygındı.  Özellikle Grek ve Roma dönemlerinde  görülen bir husus, erkeklerin nesil devamı için evlenmesi, haz için hayat kadınlarına ve kapatmalarına, ve safiyeti için sübyanlara, gücü için de erkeklere yönelmeleriydi. Kadın çocuğa akraba bile sayılmazdı.  Bir yargılama sonucunda Apollo, annenin akraba sayılmayağı için annesini öldüren Orestes’in masumiyetini ilan eder (bkz. Aeschylus’ın Oresteia  adlı eseri.  Evlenmekle yaşanan şey kadınlar için baba ve ağabey sultasından, koca sultasına girmekti.  Hukuki ve politik mana da iraptan mahalleri yoktu.  Kültürlerin kadına yüklediği kimi anlam ve kimlik yaftaları kadınlara bir tabiat gibi giydirilmiştir erkekler tarafından ve çoğu erkek ve kısmen kadın taifesince de kabul görmüştür.
Cahilliyye döneminde Arap yarımadasında yaşanan da çok farklı değildi.  Cahiliyye adetleri ise sadece İslam öncesi dönemle sınırlı değildir.  Cahiliyye adetlerinin hakim olduğu gelenekler cahiliyye dönemini, yani İslam öncesi adetleri yaşatma çabasında olanlardır.  Cahiliyye bitmedi, dönem dönem haşmeti azaldı.  Bazan mitoz bölünmeyle çoğaldı. Şekil değiştirdi, kabuk değiştirdi.  Firavun ölmedi, çünkü firavuni tavırlar yaşıyorlar.  Asr-ı Saadet de tarihte bir dönemle özdeşleşip sonra nisyan anaforunda helezoni çizgilerle kaybolacak değerler değildir.  Cahiliyye asrını Saadet’e çeviren değerleri yaşayanlar, belki mesud olmazlar, ama bir Ömer’i, bir Ebu Bekr’in dönemine girer bir zihinsel zaman  takından geçip, revaklarla mücehhez.  Cahilliye’nin kız çocuğu sahibi olmayı zül sayması ve bunun İslam döneminde şiddetle yerilmesi, bu tavrın zımnen Allah’ın takdir ve insanları kuşatan gayb alanını inkar anlamına, en azından ona itiraz anlamına geliyordu.  Buna en iyi cevap ise Hz. Rasul’un neslinin devamının kızından devam etmesiyle geldi.  Erkek çocuğu oldu ve öldü ve hatta onun ölümüyle ay tutulması gibi hadiseleri eşleştirip anlamlandıranlar oldu.  Onun cevab-ı evladının acısını takdirin idrakiyle teskin eden Rasul’den geldi.  Ne ay ne de güneş insanların ölmesine binaen tutulmazlardı.
Rasul-u Ekrem’in hem eşlerine hem, kızına ve genelde insanlara bakışı ortadayken, zaman içinde gelenekte yeni temalar oluştu.  Bu gelenek Hristiyanlıktaki gibi Madonna ve Kötü kadın arasında gidip gelen bir zaman ve idrak sarkacına endekslendi.  Kopmanın tarihini tayin etmek zor, ama varlığı kesin.  Kadına ve erkeğe ayrılan alanlarda bir kesin hatlı ayrışmalar yekunü gitgide belki de “Cennet anaların ayağı altındadır” buyruğunca sadece annemizi veya anne olan bayanları  bir kutsallık halesi içine oturttu. Bu nedenli  Kızlarımız “emanet” olduğu için bundan biraz nasiplendi, lakin dul olan, bekar olan “öteki” kadınlara karşı, hele hele kafamızdaki kalıplara uymuyor, sakız çiğniyor, sigara içiyorsa bakışlar, hem bir beklenti ışığıyla parlayıp hem de o beklenti eğer umuda ve ötesine dönüşmüyorsa menfur bir cinsiyet karkasına dönüşüveriyor.  Bu mantık içinde eşlerin de genel durumu farklı değildir.  Ondaki en büyük idealin anne eşin anne figürüne  yaklaştığı noktadır.  O figürden taşan desen kalıbını ise her hal ü karda kesmek icap etti.  He hangi bir konuşmada “kadın” lafı geçtiğinde dikkat edin, o an ne annemiz ne de belki kızımız yoktur akılda.  Bir meçhul, yarı meçhul, anlamdığımız, anlamaya çalışmadığımız, sevemediğimiz veya ancak kendimize, kafamızdaki süfliyetlere veya faziletlere karşılık geldiği oranda sevdiğimiz bir “kadın” şablonun kesilen silüet belirir aniden.   Cennet anne olsa da olmasa da eşimiz olan kadının ayaklarına serilmez nedense.  Hem senelerce beraber ömür sürüp hem de bir çırpıda “kadın milleti” diye kadınları hiçselleştirmek içselleştiriğimiz bir durumdur çoğu zaman.  Bu kafa ulaştığı, vakıf olduğu kadın sırrına değersiz, ulaşamadığına ise “kötü” gözle bakar.  Cinsler arasında birbirini haketmeden yüceltme ve yine haketmeden kötüleme mantığı ciddi bir problem olarak bundan malul eşhasın evlilik sonrası hayatında da anne ya da ulaşamadığı bir kadim sevgiliyi yüceltir.  Gönlün akışı ise her zaman gözün akışına göre şekillenir büyük bir toplumsal diyalo eksikliğ çıkar cinsler arasında.  Eşlerini tesettür ile memur gören erkeklerin bir kısmında şiddetli bir göz sarkması oluşu bu problemin sonucudur.     Anlaşılan kadınlara yönelik bir emir var iken erkeklerin göz ve gönülleri bu emirden muaf, en azından muaftır.  Kişiler bazında başlayan şahsiyet dualitesi de böyle başlar ve kültürel bir dualiteye dönüşür.  Ve kadın hakkında aslında kültürel olan kimi davranış ve konuşma tarzları sanki evrensel ve değişmez normlarmış gibi anlatılır ve yaşanılır.  Bu mantık anneye gösterdiği sevgiyi, sevgiliye yönelttiği aşkı karısı olan kadına göstermemeyi bir marifet bilir. Bekarken yelkenler fora, nişanlı iken “iskele alabanda” evlenince alabora. Hatta taktikler sıralanır, evlenince eşlere “yakayı” nasıl kaptırmamak gerektiğine.  İcap ederse, dengeleyici kimi unsurlarını bir tarafa bırakarak kadınların ikincil bir secdegahı bile olur erkek. 
Uzun zamandır erkeklerimiz zaten bozuktu.  Şimdi ise kadınlarımıza sunulan kimlikler sonucu, saç renkleri, vücut ölçüleri, kendilerini sergileme tarzları, ekonomik ve kültürel şartlar, özentiler, mevcut erkek kültlerine kendilerini beğendirme arzuları, kozmetik tavırlar, giyim tarzları, dordurma ve fıstık yeme, araba sürme şekilleri, erkekler gibi olma istekleri, erkeklerce “tüketilmek” iştiyakı sonucunda onlara da yansımaya başladı yozlaşma.  Bu kapitalist mantık önce kadına çaktırmadan kadına sivilcesi, ter kokusu, saçlarıyla ilgili hatırlatmalarda bulunup sonra falan ürünleri kullanırlarsa “erkek arkaşının” “son günlerde çok güzel” oldsuğunu duymayı, dolayısıyla bu ürünlerle erkeklerin gözüne girebileceğini anlatıyor.  Önce uyandırıp, sonra utandırıp, daha sonra da gülücüklerle dişlerini ve dişiliklerini öne çıkarıyor. Tanımlayıp, tanıtıp, sabitleyip sonra da seyrettiriyor.  Hamlet’in dediğini tekrarla “Danimarka ülkesinde bozulan birşeyler var” demek geliyor içimden.  Bence esas budur erkek, kadın demeden herkesin ağlaması gereken.      
           
            

0 comments:

Post a Comment