rss
email
twitter
facebook

Monday, November 23, 2009

Ahmet Turan Alkan


                                    Küstadlığın Anatomisi Ya da Kebikeçin intikamı
                                               
                                                            Onuncu Köyden Altıncı Şehire                                                                                                                                    Metin Boşnak
            Başlı ğı okuyunca bir yazım hatasıolduğu sanılmasın. Yaptığımız şey, sadece ve sadece Türkçeye ilk sözlüğü kazandıran Kaşgarlı Mahmut Ata'nın affına sığınarak "küstahlık" ve "üstadlık" karışımıyeni bir melez kelime üretmek ve konuya bu şekilde, "üstad" ve "küstad" veya "taşra küstadı" kavramlarıetrafında yaklaşırken hem kelime yapısı, hem de mefhum itibariyle üstadlığın  uğradığıyozlaşmayı ifade etmektir.  Yalnız, belirtilmesi gereken birkaç husus var, Taşrayla ve taşralıyla hiç bir alıp veremediğimiz yoktur. Taşra kelimesini coğrafi, idari veya içtimai anlamda değil, zihni ve fikri bağlamda kullanmaktayız. Bunu yaparken de taşralıküstadların etraftaki kesret ve kesafeti ve bu küstadların "mahut" ile "meşhuru" ayırdetmeden, "Reklamın iyisi, kötüsü olmaz; reklam, reklamdır!" zihniyetiyle hareket etmeleri hasebiyle ile bu vasıfla muvassaf herhangi birinin ismini zikretmeden brikolaj yoluyla konuya eğileceğiz.[1]
            I. Mefhum
             Esas mesele, küstad olduğu için üstad kelimesine yeni yeni anlamlar yükleme çabasında değiliz. Ama, üstad deyince genelde hepimizin aklına gelen kimse, kelime kökünden uzaklaşmış olmasına rağmen, temelde kelimeyle bağlantısınıkaybetmeyen özellikler taşıyan kimsedir. Bu bakımdan üstad, bir ilim ya da sanat alanında -kavramlar izafıolsa da- zirveye ya da zirveye yakın yerlere hakkıyla gelmiş, bu konularda otorite addedilen ilim ve/veya sanat cihetiyle büyüdükçe nefsini küçültmeyi şiar edinmiş kimsedir.  O, pergelin sabit kısmıgibi, esas uğraşıalanıolarak bir dalıbenimsemiştir; bununla birlikte alanıyla ilgili konularda yan çalışma ve gayretlerini sürdürür. Uğraştığıilim veya sanat dalınıve dahi kendisini hazmetmiş kimsedir üstad...  Sohbet ve eserlerindeki amacı, sanat ve ilmini kullanarak mutlak olmasa da muvakkat doğruyu bulmak ve bunu etrafıyla paylaşmaktır.
            Üstad, tarihin başlangıcından beri insanın üretegeldiği ilim ve sanat birikiminin farkındadır; kendisinin imkânlar dahilinde ulaşabildiği ve kapasitesinin yettiği ölçüde bu birikime yeni şeyler katmak ve yeni sentezlere ulaşmak gayretindedir. Üretkenliğinin sınırınısahasınımümkün olduğunca zaptetmek iştiyakıile tevazuun sonsuz enginliği çizer. Bilir ki kendisi hilkatin bir parçasıdır ve Halik'in sanat ve ilmi karşısında kendisininki zerrecik hükmündedir. ilmen ve/veya sanat açısından yükselirken nefsen alçalmaktır hedefi. Çünkü ilmin neticesi ve baş tacıtevazudur. Üstadlık payesini ona, zaman ve eserlerini değerlendirebilecek konumdaki otoriteler verir.  Kalemini ne güdümlü şan şöhret ne de para için satılığa  çıkarmaz.
            Öte yandan küstad, Tevrattaki "Allah, insanıkendi suretinde yarattı." ibaresini kendine yontar ve kendisini Marlow'un Dr.Faustus'u yerine koyar. ilim ve san'at onunla başlamıştır ve tek selefi de yine kendisidir. Üstad birikimiyle ma'lum; küstad "mütebahhiresi" ve nefsiyle mu’teldir.  Küstadın tek bir uzmanlık alanıolamaz. ilim ve sanatın her sahasıonun at oynatabileceği meydanlardır. Faustus, Batı'daki Rönesans ve Reform hareketlerinin yarattığıinsan türü iken küstad, bir üçüncü dünya ülkesinin üçüncü  sınıf bir şehrinin sakini olmanın verdiği aşağılık kompleksini şahsında birleştirmiş bir hilkat garibesi, bir kakademisyen abidesidir.  Küstad, gelişmiş tabir edilen ülkeler ve insanlarına karşıduyduğu kompleksi, kendi halkına karşıbüyüklük kompleksine bürünerek aksettirir. Batılılarıveya onların ilim ve sanat namına ürettikleri karşısında, kendisini işgal edilmiş ülkesinde müstemleke subayıyla karşılaşmış yetim gibi hisseden küstad, bu ezikliğini kendisini ezen pozisyonuna sokmak suretiyle telafi eder. Tabii olarak küstadlık, soğancıve sarmısakçıküstad taifesinde farklıtezahür eder. Öncelikle her iki grupda --haklıolarak-- ülkelerinde ilmin, teknolojinin ve sanatın geriliğinden, bu geriliğe kendilerini dahil etmeden yakınıp durular. Fikir üretimi olmadığından dem vururlar. Aslında her iki tür küstad için bunların farkında olmak bile şayan-ıtakdirdir. Lâkin, olaylar karşısındaki tepkileri tamamen fevridir; şu veya bu nedenle duyduklarıaşağılık kompleksleri, çare aramaya vesile olmak yerine kendilerini boğan deryaya dönüşür.  Hem kendileri hakkındaki olumlu hem de çevreleri hakkındaki olumsuz teşhisleri, imrenme ve imrendiklerini aşma suretiyle değil, etrafındakilere karşıazamet abidesi olan benlik-i suğraları kendileriyle başbaşa kaldıklarında kendilerini boğan eziklik psikozu ve bu psikoz da çevrelerinden intikam alma duygusu şeklinde ortaya çıkar.
            Başlangıç itibariyle küstad, kendisini arzın merkezi ilan eder.  Bunu, kendine ve başkalarına kabul ettirebilmek için önce, koltuğuna yaslanıp elma ağacından ağızlığınıveya piposunu tüttürürken hayallerinden büyük laflar edecektir. "Fikir üretmek lâzım, azizim!..." Bunun anlamı"beni dinleyin, ey ahali!" demektir. Çünkü, "herşeyi en iyi ben bilirim." Birinci savunma mekânizmasının devreye sokulmasından sonra, sebebini açıklama zahmetine de katlanmadan "... falan kaç paralık adam! ... filan da kim oluyor, onun bildiklerini ben unuttum!... Tanpınar da kim oluyor benim yanımda!..." gibi kıymeti ve hakikati kendinden menkul laflar sarfedecektir. Kimbilir kaçıncıdefa "eureka" feryad ve heyecanıyla kapasitesinden dışarıfırlayan küstad, bu mekanizmayla asla başkalarınıküçük görmek niyetinde değildir aslında... O, tahtırevalli misyonu ve psikolojisine sahip olduğundan, başkalarınıaşağıda görmekle ya da alçaltmakla kendisinin aslında ne kadar büyük olduğunu taşkafalımuhatabına izah etmeye çalışmaktadır.  Anlarsanız ne âlâ! Velev ki anlamazsanız size daha açık seçik ifadelerle, memleketteki ilim ve san'at erbabıgeçinenlerin ne munkabız insanlar olduklarını, kendisi gibi, --kavliyle amel, fiiliyatıyla müshil ve tekmil boşluğu doldurmakla muvazzaf olan bir-- insanın memleket için ne büyük şans olduğunu deklare edecektir. "Yaşayan en büyük Türk nasiri" kendisidir.  Viva kunduracılar! (Burada anlatılamayan sahnelerde Hamlet ve Oedipus'un duçar olduğu çıkmazıyaşar küstad). Aslında "şairliği, nasirliğinden daha önde gelir. Pardon! Minel kadim allâmedir, kendisi: ilim ciheti ise hepsinden  ağır basar.  Kimseyle değil, kendisiyle rekabet halindedir bu alanlarda... Beyin hücrelerine sarkıttığı(sağve sol loblar tekmil) mirdas ilelebet dibe ulaşamayacaktır. Minessera ilasüreyya bütün mahlukat kendisine ne kadar minnetdide olsa azdır. Ve farkına varmadığıpaskallığı, kürre-i arza paşide olsa zat-ımütegayyibini bir mütegavvil nur olarak Neil Armstrong--şayet bir kere daha aya çıkacak olsa-- temaşa edip kör olmaya mahkum olacaktır. Biz, bu ibareleri basitleştirmiş, Osmanlıca arkeolojisi ve Hint-Avrupa dilleri keşmekeşinden arınmış haliyle küstad ağzıyla yansıtıyoruz. Kusurumuz affoluna!
            Üstadlık, zamanın ve otoritelerin verdiği bir ünvan iken, küstadlık merkezkaç kuvvetinden peyda olmuştur. Küstad, kendisini bu ünvanla taltif eder ve taltif ederken de kendisiyle iki defa müftehirdir.[2]
            iftihar faslından sonra küstad, kendisi gibi zihnen taşralıhemşehrilerinden "Bizim memleketten olsa olsa, ya kapıcıya tellak ya da istanbul'u târumâr ederek taşranın asırlardır süregelen ihmalinin intikamınıOsmanlının incisinden alan bir şAşKAL DEMAGOKRAT (ya da Demonokrat) çıkar diye gözünün birini Moskova'ya diğerini Washington'a ve her iki kulağınıiran'a diken ve bir "kurtarıcı" çıkacak diye bekleyen halkına empoze eder. Zaten birkaç havari, bu etkiye olumlu cevap verirse küstad da kendisinin gerçekten üstad olduğuna inanır. Kendisine şizofreninin histriyonik tipinden bir duvar örmüştür artık.
            II. Küstad Nasıl Davranır?
            Küstad'a göre küstad, arzın dengesini kafasında sağlayan kişidir.  Bu sebeple mekanından ayrılmamayı, tavaf addettiği ziyaretleri sadece mekanında kabul etme lütfunda bulunmayıtercih eder. Velevki dünya meseleleriyle herc ü merc olmuş kafasınısallasın, kürre-i arz merkez üssü Sivas'ta olan ve dayanılmaz şiddetiyle dünyayıdalga dalga yayılan bir depreme sebebiyet verir.
            Mekânından mümkün olduğunca huruç buyurmamak suretiyle küstad, işte bu felaketi izale eder. -Küstadlığın gereği, kaprisli olmak, zor beğenmek, en ufak şeye sinirlenip sinirini gizlemek "Benim kızmak gibi bir lüksüm yoktur." diye kendini avutmaktır. Sonuç olarak hem davranışlarıhem konuşması, hem de yazmasıyla bir erişilmezlik ve hırçınlık abidesidir küstad...
            Üstad, tahtırevan; küstad ise, belirtildiği gibi tahtırevalli misyonunun adamıdır. Üstad, toplumuyla bir bütün olmak, tahtırevalli içinde onu yanında veya --fikri olarak değil-- fiziki olarak karşısında görmek ister.  içinden çıktığıtoplumun aksayan yönlerini elbetteki eleştirmek gerektiğinin farkındadır. Fakat, bunu kendisine, şu veya bu şekilde üstünlük sağlamak için yapmaz. Halk, onun için "Kitle", "Kütle", "Yığın", "Sürü" değildir. Küstad ise, yaşayamadığıya da psikolojik zaafiyetinden dolayıistemeden uzattığıçocukluk sürecini ve hırçınlığınıdevam ettirme kararlılığındadır. Nitekim, tahtırevallinin iki tarafında iki kişi vardır, oyundan zevk alınacaksa karşıtaraf  aşağıda, küstad, tahtırevallinin yükselen tarafında olmalıdır.
            Tanışmanızın akabinde küstadın üzerinizde bırakacağıetkiye aman dikkat! Kalın çerçeveli, iri camlıve kulaklarının arkasından sarkan ve asma köprü tekniğinden mülhem bağcıklarıkarşısında tedbirsiz davranmayan!...  O anda iki adet mikroskop üzerinizde tahlil yapmakta ve dahi horoskopunuzu öğrenmeye çalışmaktadır.
            Zinhar küstadın bağcıklarınıonun züppeliğine ya da özentiye yoracak kadar kötü niyetli tebaadan olmayınız; bu küfre ve şakiliğe girer. Aynızamanda cehlinizi ortaya koymuş olursunuz.  Ama küstadın kendisinden bir açıklama isterseniz, o size bilgisayarının faresiyle oynarken, tatlıtatlıgözlüğünün bağcıklarla mücehhez, daha doğrusu müzeyyen olmasının bazı"ergonomik" müsebbibleri olduğunu izah edecektir. Ayrıca masasındaki bilgisayarla Tetris veya diğer bilgisayar oyunlarıoynamakla, küstadın beyhude vakit öldürdüğünü düşünme gafletine kapılmayın. Tetris'te kaydedilen her artıpuan, memleketin gelecekteki itibar hanesine kaydedilmektedir. Tetris'le teşrik-i mesailerinde memleketin yeniden inşasında ne gibi bir yol izleneceğine dair yapılan projelerin çağdaş ve minyatür bir "demonstrasyon" şeklidir.
            Tanışmanızın ertesinde küstadın üzerinizde bırakacağıetkiye --yine uyarıyoruz ki-- dikkat ediniz. Kalın çerçeveli ve bağcıklıgözlüğünün arkasından zekâ fışkıran iri gözlerinin ışığıkarşısında Hz. Musa'nın Tur Dağı'nda başına gelenlere maruz kalabilir, bir anlamda tarihi tekerrür ettirebilirsiniz.  Ayrıca ne de olsa alimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır! Daha da ayrıca küstadın zamanından çalarak lütfettiği şerefi küstadın yazdığıveya tekellüm buyurduğu şeyleri hoş ve boş ve plagiarizé ettiği şeyleri tenkid etmek ve hatta hatta gündeme getirmekle ziyan etmeyin. Çünkü bu sizi (a) küstadın gözünden düşürecek (b) müridlik gibi hak dahi etmediğiniz bir şerefe adaylıktan bile mahrum kalmanıza sebep olacaktır. Hele münakaşa etmeniz beyhudedir.   Küstadla sohbet, sohbet değil bir müsabaka-i teşşerşürdür. Müsabakayıkazanmanız Sisifus'un sürüklediği kayayla yamacıaşabilmesi kadar imkansız; Pirüs'ün zaferi kadar kısa ömürlüdür. Eğer yüzme biliyorsanız bu deryaya sessiz sedasız  dalın ve bir daha çıkmayın!
            şayet böyle yapmazsanız küstad, kızıp "mutlu yalnızlık" teraneleri döker, padişah veya halife olmayıyeniden gündeme getirmeye çalışır. Siz  “istemezük" dahi diyemeden kellenizle top oynayacaktır.
            III. Küstad Nasıl Yazar?
            Küstadın en büyük ilham kaynağıher zaman kendisini galip ilan ettiği, başta ne demişse sonunda da aynışeyi söylemeyi Nasreddini bir ısrarla şiar edindiği sohbetlerdir. iki-üç gafilin katıldığıbir sohbet, üstada kitaplardan ve dişi katmerli medeniyetin nimeti diğer bilgi kaynaklarından edinebileceği şeylerin yekunundan üstündür. Ne de olsa sohbette geçen konuşmalarda kaynak göstermek gibi bir müşkil ortaya çıkmaz ve küstad bu orta malınıderleyip toparlayarak kendine özgü gazeteci döktürmesi veya "deneme" adınıverdiği ve yazarken amacının hiçbir şeyi delillendirme kaygısıtaşımadığıyazılar haline dönüştürür. Ne de olsa mensubu olduğu kültür, bir sözlü sohbet kültürüdür.
            Ama o, bununla da kalmaz.    Yazılarınıaktardığışeyleri bir mukaddes emanet gibi muhafaza ettiği, yıllarca sağdan soldan topladığıFransızca, Latince, Arapça vs. dillerdeki aforizmalarla tezyin eder. Yazarken ayrıca, "Dickinson'un (doğrusu Dickens’dır) eserlerinde olduğu gibi" gibi, referans sandığıibarelerle yazılarınızenginleştirir.   Sizi dünya kültürüne dair geniş perspektifiyle bir kere daha kendisine hayran bırakır.  Peki küstad, bu dilleri bilmeden mi yapıyor yaptıklarını. Hayır?! Onun amacıokuyanlarıne denli engin bir mütebahhirata sahip olduğunu ve hem doğu, hem batıdillerinden çapraz kur hesabıyla en az beş tanesini bildiğini, yazılarında orjinallerinden alıntılar yaparak göstermek amacında değildir haşa!... O, sadece taşrasındaki insanlara bu toprağın ve suyun ne insanlar çıkardığınımüşahhas olarak göstererek diğer insanlarıteşvik etmektir. Yazısında bir yerlere gönderme yapacak olduğunda ise, kendisine özgü metodlarıkullanır. Önce telefona sarılır, sonra karşısındaki ikinci kişi vasıtasıyla üçüncü şahsa sordurur: "Shakespeare'nin hangi eserindeki kral 'uykuyu öldürdüm artık!" diye bağırıyordu. "Üçüncü şahıs, ikinci şahısa, o da küstada bu eseri belirttikten sonra küstad yazısınıtamamlar: "Sheakspeare'nin ... eserindeki kralın dediği gibi 'uykuyu öldürdüm!' "  Sayıne başbakanemiz kadarede ekonomiden anlare.
            Küstadın üslubu elbetteki kendine özgüdür. Birşeyler isbat etmek zorunda olmadığıiçin “deneme” sandığı“nemene”  tarzıtutturup gitmektedir. "Bir kaburgasından on altıdeste kaşık çıkartacak" tiynette olmasına rağmen, kendisine bilimsel düşünme ve yazma alışkanlığınıoksijen kaynağıyla tutturmak isterseniz kaynak bir tarafa, o bir tarafa düşer.  ilmi denilen üslup ona göre kara-kuru,  sıkıcı, zevksiz, dipnottan geçilmeyen, ne idüğü belirsiz bir üsluptur. Bu nedenle o, popülizmi seçerek taşralıesnafa yazılarınıokutma gayreti güder. Bunu yaparken magazin basınındaki türden çarpıcıbir başlık bulur yazısına. Sonra aslında hiç bilmediği yabancıdillerden birini kur'a yoluyla tayin ederek o dildeki bir ibare veya vecizeyi yazının üst sol veya sağalt kısmına, başlığın hemencik altına oturtur.
            Bu sayede okuyucu Weber'in tip ve karakter kategorilerinin hiçbirine dahil etmeyi akıl dahi edemediği "polyglot" ya da "multilingual" bir mucize eb-u elsanın ya da mesih-i mücessemin mevcudiyetine her okuyuşunda şahid olur ve dahi takdirle karışık duygularınıgizlemekten aciz kalır.
            Bilmediği, daha doğrusu anlık ilham perilerinden mülhem yabancıdillerden referans vermeden veya uzaktan kumandalıreferanslar yaparak verdiği alıntılardan hızınıalamayan küstad, eb-u elsan olduğunu göstermek için Hint-Avrupa dillerine mensup kelimeleri köşe yazarıdöktürmecesi yazılarının aralarına serpiştirir: Mesela; Asia Minor, optimal, real, replik, compact, frontier... Bunlar, ya sözlüklerden kur'a yoluyla çıkarıp not ettiği kelimelerdir ya da mütebahhiratının kudretli olmasıhasebiyle referans göstermeksizin "ileride birgün lazım olur, bir yerde kullanırım." mantığıyla kaydettiği kavramlardır. Tabi ki referans göstermeden aldığıbu kavramlarıkaynağıyanlış kullanınca, kendisi de yanlış olarak yazısına yamar.  Sonuç itibariyle küstadın yaptığı, kaynaktaki yanlışın tekrarıdır. "Frontiersman" yerine "Frontier" kelimesini kullanmasıgibi...
            Bir bakıma küstadımazur da görmek icab eder. Çünkü küstadlık, bir ekol olmasıhasebiyle küstaddan küstada tevarüs eden bir illettir. Küstadın küstadıda zaten, aynısalgından muzdariptir ve uzaktan yakından alakasıolmadığıbir dilden (çığır açan kitabında alıntıyapar) ki bu, bir keramet göstergesidir: J. Welhagusen'in Prolegomena zur Altesten Geschicte de Islams  ve "Die Kompfe der Araber mit Romaern in de Zeit de Umaiden isimli Almanca eserlerini kaynak olarak göstermek gibi... Küstadın küstadının güya ingilizce yazdığıbir makalede daha ilk bakışta ve ilk sayfada 25 adet hemde çok ciddi  yanlışlar bulunmaktadır.  işin acıyanıbu ilmi cehalet ve  plagiaristane  kerametin islam'a hizmet adına yapılıyor gibi göstermesidir.  Mustafa Bekri dünyada imam olmuştur, ahirettekilere selam ola!
            Dahasıküstadın küstadı"Çok bilen çok yanılır, ama az bilen çok daha fazla yanılır" meselini doğrularcasına, bildiğini iddia ettiği bir dildeki basit bir ibareyi dahi yanlış yazar. "Quo vadis, domino" değil (nida durumundan dolayı)  "domine" olmasıgerekir. Yine sık sık tekrarladığıintensional --ki intentional olmasıgerekir- kelimesini yanlış kullanmasıgibi.  Üstelik bu kitap Türkçe yazılmış bir kitap olma iddiasındadır. Ayrıca şakirt küstad, "kafayıformatlamak" gibi bir ifadeyi Türkçe'ye kazandırmakla ne kadar övünse azdır. Ne de olsa övünmesi, çalışmasıve güvenmesi gerektir!...
            Sanılmasın ki küstad, bütün bunlarıhava atmak, olduğundan farklıgörünmek, şişinmek, haksız yere şöhret sağlamak, birilerine kendisini kabul ettirmeye çabalamak gibi süfli, lüzumsuz ve kısa ömürlü gayretler için yaşıyor. Hele belli fikirleri kendine aitmiş gibi göstermeye hiç de mütemayil değildir. Böyle düşünmeye yeltenenler gaflet, dalalet ve hıyanet ve hatta zıllet içinde debelenen müfterilerdir. Onun maksud-ımukaddesi Cemil Meriç, Evliya Çelebi ve Engin Ardıç üsluplarınımecz ederek harmanlayıp yeni bir senteze ulaşarak mefkuresine mahdumiyettir, acizane ve naçizane... Hem  soğancıdantelli entellere birşey demiyorsunuz da Ur-sarmısakçıküstadın gururunu niçin rencide ediyorsunuz?
            Küstadın mezkur evsafının arasında arkeologluk da vardır. Devellioğlu'nun "Osmanlıca-Türkçe" sözlüğünden gündelik kazılar yaparak gündemden kalkmış ne kadar terkip, izafet ve kelime varsa yazılarında kullanarak onlarımucizevi nefesiyle tensih, resurrect ve revive eder. Bunu yapmaktaki amacıda yine köklü kültürünü güya sahiplendiğini göstermek istemesidir. Ona göre bugünkü Türkçe kendinin engin mütebahirresini yazıya dökmeye ve tekellüm etmeye kâfi değildir. O halde küstad, kendine özgü yeni bir dil teşekkül etmelidir. Burada enaniyet haşa söz konusu değildir. Hem küstadın varlığına minnettar kalmak ve bu  yaptığıyla iktifa etmesi için dua etmek yerine burun çekip sızlanmanın ne gereği var? Mazallah, Latince ya da Sümerceyi bütün dünyada tek resmi konuşma dili ilan etse ne yapabiliriz? Üstelik o, Batıve Doğu dillerinden oluşturduğu kendine mahsus esperantosunu bütün insanların birgün bu çatıaltında toplanacağıümidiyle yapmakta, ümidlerini bu hümanist, bu evrensel Paris şartıve AGiK sözleşmeliryle mütenasib istikamette devam ettirmektedir. Bilindiği üzre dilbilimci küffar taifesi daha önceleri bu tür bir esperantoyu denemiş, muvaffak olamamıştı. Bu çalışmalarından dolayıbizim küstad, yarın hem Nobel Barış Kültür, hem Dil ve Edebiyat ödüllerine --üstadıancak kendisi değerlendirmeye mezun olsa da-- layık görülürse, bu memleket ve içinde yaşayan gafiller için övünç kaynağıolmayacak mıdır?
            işin garip tarafışu ki, doktora tezi bir kimsenin alanında ihtisasınıbelgeleyen ve göğsünü gere gere "ben doktorum," diyebileceği bir eser olmak gerektir. Hem şekli hem dili ve en önemlisi muhtevasıyla.  Lakin "Türkçenin yaşayan en büyük nasiri” ünvanıyla kendini taltıf eden zat en küçük noktalarda bile tökezleyebilmektedir, Osmanlıcanın en kötü nazirlerinden biri olarak--kendisi farketmese de--ortaya çıkmaktadır. Lugatten “hahişkar” kelimesini bulup yazıya yamamakla insan Osmanlıca uzmanıkesilemez! Tezinin sadece önsözünün birinci sayfasınıokumanız size kullandığıdildeki yeterliliğini apaçık gösterecektir.  Mesela Türkçemizde bir tarihi dönem "hakkında çalışan araştırmacılar" yoktur: "...üzerinde çalışanlar vardır."  ilmi olma iddiasında ki bir eserin önsözünde yine "A, tekerrür ediyor." gibi fazlasıyla müennes bir ifade yer alamaz.  "Meşrutiyet" zamanlarıdiye bir ifade gene mevcut değildir dilimizde, ne de "aktüel zamanlar" ibaresi.  Ayrıca nesiller atalarından birşeyleri "miras alırlar," "...tarihten tevarüs ettiği...." ifadesi ibaredeki fiil geçişli olmadığından  yanlıştır.  Bu birinci sayfadaki ilk bakışta göze çarpan dil yanlışlarıdır ve Osmanlıcayıbildiğini ve Türkçeyi iyi kullandığınıiddia eden birisi tarafından yapılmıştır. Osmanlının bizce en büyük özelliği olan dış devletlere karşıtakındığıkomplekssiz tavırken, güya Osmanlıca kullandığınısanarak Osmanlıcayıpazarlayanların en uzak olduklarıtavır olarak küstadta bariz olarak karşımıza  çıkmaktadır.
            Küstad, kendi kendini yenilemekte, daha doğrusu bugün söylediğini kendisi çürütmekte, dün söylediğini reddetmekte büyük maharet sergiler. Kendisine zahiren küstadlık sirayet etmiş bir küstad adayı, aynıyazıiçinde bakınız kendisini nasıl yeniliyor: Yazının başlığı"Entelektualizm: Yabancılaşmanın Diğer Adı" Burada yazar, Türk kültüründeki yozlaşmayıeklektik bir perspektiflikle ele aldığınısanırken, yabancılaşma konusuna dildeki yabancılaşmayıda katmaktadır. Ona göre yabancıdil hocalarıyetersiz ve Türk kültürüne yabancıkimselerdir, dolayısıyla onların yetiştirdikleri de kendileri gibi olmaktadır. şu tenakuza bakın ki, yabancılaşmaya kurban olmuş kişilerden birisi de kendisidir. Yabancılaşmayıeleştirirken kendisiyle tenakuza düşmekte ve sırf küstadlık uğruna "entelektualizm" ve diğer bir sürü yabancıkelimeyi bizzat kendisi kullanmakta ve bunu da yazısının başlığında kullanmaktadır. Ayrıca, bu kelimeyi de yanlış yazmaktadır, "Entellektualizm" olmasıgerekmektedir.
            IV. Küstad Ne Yazar?
            Tabiatıile böyle bir alt başlık anlamsızdır. "Küstad ne yazmaz ki" daha yerinde olurdu. Zira küstad, sigara içmenin adabından tutun da tuvalete girmenin uslubuna, trenlere bakmanın keyfinden şampanya içme "ritüel" ine kadar Siyam kedilerinim uzak atalarının nereden geldiğine dair aklınıza gelebilecek ve gelemiyecek her beynelmilel mevzuda kalem oynatır.  Lakin bunların hiçbirinin AGiK sözleşmesi ve Paris şartına muhalif olmamasıgerekir. Sayfasınıelli binden siyam kedisinin Orta Asya ve Doğu Türkistan kökenli olduğunu dahi yazabilir.
            Küstadın kaleminin kıvraklığışahsından mülhem olmasıitibariyle hiçbir oyun havasıve dans müziğine ihtiyaç duymaz. Sadece evrensel konularda yazılar yazmakla kalmaz, aynızamanda hangi yazarın eseri yayımlanmalı, hangisi yayımlanmamalıgibi hususlarda fikir yürütür. Mesela; "Jurnaller Toplatılmalımıdır?" gibi bir başlıkla kaleme aldığıyazısında bir küstad-ıazam Türkçe için Orhun Abideleri'nden daha fazla önem taşıyan bir Türkçe abidesini bir dergide dikmektedir: "şiirli cümlelerin ardında duranın ne olduğunu farketmek çok sarsıcıgeliyor."
            V. KüstadıGörünce Ne Yapmalı?
            Herhalde "minareden atmalı" değil! Küstadıgördüğünüz her zaman şerefle şarj olacağınızıbilip, çok dikkatli olmalısınız.  Önce bütün benliğinizi deşarj edin ki yer açılsın. Kısa ve orta boyluysanız el-pençe divan durup yolun bir kenarına ilişin; velevki uzun boyluysanız hiçbir şey yapmayın! Sadece yere çömelin, gözlerinizi yere dikerek öylece kalakalın...[3]



                                                                                Notlar



                [1] Kelime kadrosu ve üslup itibariyle bu yazıkısmen “küstadi”dir.  Böyle olmasındaki amaç sadece parodidir.

                [2] Birincisi kendisine üstadlık payesini bahşettiği için kendisiyle iftihar etmesi, ikincisi kendisine üstadlığıbahşetmekle kendisiyle iftihar ettiği için iftihar etmesi.
               
                [3]Eşhas-ımezkurenin i’rabta mahalli olmayıp, gerçek özel ve tüzel kişilerle alakasıda yoktur: tamamen hayal mahsulüdürler.

0 comments:

Post a Comment