rss
email
twitter
facebook

Tuesday, November 24, 2009

Tütün, Sömürge, Bağımsızlık ve Başkaldırıya Dair

Tütün, Sömürge, Bağımsızlık ve Başkaldırıya Dair

I.
Sağlık Bakanlığı da sigara tiryakilerini bilinçlendirmek için soruları tek tek cevapladı.  Buna göre yataklı vagonlar da dahil, demir yolu, toplu taşıma araçlarında sigara içilemeyecek. Eskiden sigara içimi için oluşturulan her türlü alanlar kapatılacak. Çalışanlar sigarayı ancak iş yerlerinin dışına çıkarak içebilecek. Çalışma ortamlarının yangın merdivenlerinde, balkonlarda, merdiven boşluklarında ya da iki binayı birbirine bağlayan koridorlarda da sigara içmek yasak. Stadyumlarda sigara tüketilmesine mahsus alanlar, toplam seyir alanının yüzde 50`sini geçemeyecek.  Çalışanlar sigara içmek için sürekli işinden uzaklaştığı takdirde işveren bu durumu iş gücü kaybı olarak görebilecek. Yaşlı bakım evleri, sinir hastalıkları hastanesi birimleri ve cezaevlerinin kapalı alanlarında sigara kullanılmayacak. Ancak oralarda sigara tüketimi için alanlar oluşturulacak.  Dolayısıyla yeni bir yasaklama silsilesi ile demokratik ve çağdaş hayatın üst kademelerine terfi ediyoruz millet olarak. Tütünle muhabbeti iyi olmayanlar buna sevinirken, tütünle arasında gönül köprüleri kuranlar işin bir sıkıntı teşkil ediyor bu durum. 
Hemen her yerde sigaranın ya da tütün mamullerini içilmesinin yasaklandığı şu günlerde, sigaraya dair vaktiyle şiir yazmış biri olarak sigaraya dair bir yazı yazmak da vacip oldu bana.  Sigaraya bugünlerde bir kısım insanlar, her alanda sağlıklarını tem tekmil ettikleri için sağlık nedenleriyle, kimisi imanlarının ikmaline mania teşkil ettiği ve “haram” kılındığı için, bir kısmı hükümet bunu yasalaştırdığına göre mutlaka bir hikmeti ve hakikati olacağı kanısıyla, ikinci el içicilik ve çocuklara kötü örnek teşkil etmesin türünden kaygılarla, bir kısmı da her yönüyle “Batı-Avrupa Medeniyeti (BAM)”ne dipnotlarına kadar nüfuz ettiği ve BAM’a engel olarak bir tek tütün içme özelliğimiz kaldığı için karşı durmaktalar.   Avrupa deyince aklına, cebine beleşten kaç avro gireceği, veya kokoreç yememin yasaklara dahil olup olmayacağını zıplayarak, bazen de milli bir  gurur vesilesi gibi görenler, artık BAM’dan ileri tütün yasakları nedeniyle BAM’dan öte bir medeniyet kurduğumuzu düşünerek rahatlığa erdiler sanıyorum.  Neymiş efendim, Batıda (nereyse hala anlamadım ya da kaç tane ise) sigara içenler üçüncü sınıf vatandaş olarak algılanırlarmış. (Burda BAM’da tüketilen alkol ve uyuşturucu hesaplara girmiyor tabii.) O halde sigara yasaklarıyla ülkemizde sigara içenler, Amerika ve Avrupa’da siyahiler, Latinler ve Müslüman-Araplar bir evvel tütün alışkanlıklarını bırakırlarsa yine kısa yoldan bu mesele halledilmiş olacaktır. Ege ve Kıbrıs meselesi kadar ehemmiyet arz eden bu durum hallolunca da artık Kuzey Irak meselesi, ekonomi, eğitim ve sağlık işlerine el atılacaktır.  Görünüş böyle, ama işin aslında farklı noktalar da yok değil. İşin özünde ise, hükümetler tütün tüketimini engelleme bahanesiyle yeni yeni vergiler bindirdiler ve bu işten kazançlı çıkanlar da kaynak üretmek ve kaynakları verimli kullanmak yerine, yeni vatandaş sağma mekanizması vergi istihsalini artırma yoluna giden hükümetler ve sağlık ve hayat sigortası ile uğraşan şirketlerdir.  Sigara içme konusunu sigorta primlerini artırmada iyi bir bahane olarak kullanan şirketler, tersi durumlarda aynı derecede cevval ve hakkaniyetli olmamaktadırlar.


Bu konudaki problemlerin başında, tütünle içen arasındaki muhabbetin derece ve derinliğini anlamamak yatmaktadır.  Tütünle içen arasındaki rabıta, çoğu çift arasında yoktur.  Hayyam’ın şarapçılara bakarak, “şaşarım sizin halinize!  Şarap satıp yerine ne alırsınız!” demesine benzer bir durumdur. Bu rabıta aşıklar arasında, hatta çoğu kul ile Allah arasında yoktur.  Laf olsun diye değil, sükse olsun diye değil, sınıf atlamak,  toplumsal cinsiyet ve ekonomik sınıf atlamak veya yaşını ispatlamak için değil, tütünü tiryaki olarak ve edebiyle içen insanlar, onu aşk ve muhabbetle içerler.  Onlar ciğerlerinden havaya çıkan tütünle havada daireler çizmekle, ya da fallik bir gösterge olarak ya da çekincelerini örtmesi için değil, aşıkla maşuk arasındaki halvet halini günün belli aralıklarına bölerek, ama her halükarda karşılıksız olarak birbirlerini tüketircesine içerler. Bu açıdan bakılınca, Ramazan ayında ilk lokmadan sonra sigarayı aklına getirenler, hatta sigara ile orucunu açanlar, sahurda Leyla’nın Mecnu’na veda etmesi gibi, sigaraya bir sonraki iftar vaktine kadar veda edenlerin, her sigara yudumunda “bitecek birazdan” diye vedalaşmanın sıkıntısı açıkça göstermektedir ki, sigara tiryakisi için ekmek-su kadar hatta bazen ondan da önemlidir.  Kazablanka filmindeki  Humphrey Bogart ve Yeşilçam filmlerinde Göksel Arsoy’un bıçkın delikanlı rolünde biryantinli saçlarıyla ağzında sigarayı aksesuar etmeleri, Ali Şen’in, Mesut Yılmaz’ın, ya da Orson Wells’ın içtiği purolar, kovboy geleneğiyle meşhur olan tütün sakızları, eski pastane kültürünün yeni çehreleri olan, yeni sosyalleşme mekanlarında  nargileyi daha ilk solumada “öhöö..” diye başlayıp, muhabbet vesilesini etrafı dikizleme aracında dönüştürenler, pipoyla aromalı tütün içenler ve enfiyeciler  bu tasnifin biraz dışında kalmaktadırlar.
II.
Tütün deyince, doğal olarak ilk olarak akla Amerika kıtası  gelmektedir. Mısır, domates ve patateste olduğu gibi, tütün de Amerikan kıtasından dünyaya yayılan bir bitkidir. Amerikan Yerlileri (Kızılderililer) Avrupalılar kıtaya gelmeden önce tütün kullanmaktaydılar.  Hatta diğer bazı canlı türlerinin ağrılarını gidermek için tükettikleri arasında bu bitki de vardı. Wikipedia’da aktarılan bilgilere göre, “ilk Avrupalı yerleşimciler tütün içmeyi kızılderililerden öğrenerek tütünü daha sonra gittikçe popüler olacağı Avrupa'ya taşıdılar. Amerikan Yerlileri arasında tütün eğlence amacıyla değil ayinlerinde ve ancak deneyimli şamanlarınca dini gerekçelerle kullanmalarına karşın, Avrupalılar tütünü eğlence ve vakit geçirme amacıyla yaygınlaştırdılar.”  Yani tütün içmenin ruhani bir havası, nefesle halvet olması, hücreleri usul usul saran iştiyakdan bellidir.
Amerika’da Yukatan adasında yaşayan Maya’lara ait tarihi taşlar üzerindeki resimlerde ve Kuzey Ohio bölgesindeki höyüklerdeki eserlerde tütünün kullanılma şekillerine ve pipo resimlerine sık sık rastlanmaktadır. Kristof Kolomb ve arkadaşları San Salvador adasına ayak bastığı zaman ada yerlilerinin ağız ve burunlarından dumanların çıktığını görmüşler ve bu dumanlarında kurutulmuş tütün yaprağı olduğunu öğrenmişlerdir. Kolomb yerlilerin tütünü ağızda çiğneyerek, pipo içimine benzer bir sistemle tüttürmek, buruna çekmek sureti ile kullandıklarını görmüştür.
Maya ve Aztek uygarlıklarında rahipler dinsel törenlerde ayinlerde tütün dumanını kullanmışlardır. Daha sonra tütünün keyif verici etkisine alışarak ayinler dışında da tütünü içmeye başlamışlar. Zaman içinde rahipler dışındaki insanlarda da alışkanlık yapmaya başlayan tütün Orta ve Kuzey Amerika’da yaygınlaşmıştır.
Mezopotamya ve Mısır’daki eski medeniyetlerde dinsel törenlerde tütsü dumanı ve yakılan güzel kokulu maddelerin kullanıldığı bilinmektedir.
Orta Amerika’da Meksika ve Antiller halkı arasında bu keyif verici duman yayılırken, o zamanın doktorları olan rahipler tütünden şifa umarak taze yapraklarını yaralar üzerine koyarlar, göğüs hastalıklarına karşı dumanını koklatıyorlar ve kokusunu baş ağrılarının tedavisinde kullanıyorlardı.
Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfine kadar Avrupa’nın tütünden ve tütün içme adetinden haberi olmamıştı. Kolomb ve arkadaşları, kırmızı derili insanların kuru bir otu mısır koçanına sararak içtiklerini, ağız ve burunlarından duman çıkardıklarını ve yerlilerin buna “tabaco” veya “tombac” adını verdiklerini hayretle görmüşlerdir. Tütün içme adeti, Amerika’yı keşfeden Portekiz’li ve İspanyol gemicilerin önce kendilerinin alışması ve daha sonra yanlarında diğer şehirlere götürmeleri sonucunda yaygınlaşmaya başlamıştır. Gemilerin iki kıta arasında gidip gelmesi suretiyle İspanya, Portekiz ve diğer Avrupa şehirleri, tütünü ve içme adetini tanımışlardır. Meksika’nın “Tabesco” bölgesinde tütün tarımının yapıldığını gören İspanyollar, Küba’da tütün içme borusuna “tabaco” adının verildiğini duymuşlar ve “tabaco” adını kullanarak her gittikleri yerde bu adın yayılmasını sağlamışlardır.
Bu anlamda tütün, Avrupa geleneğinde keyif vesilesi olmakla kalmamış, aynı zamanda Avrupa’da artan refah ve servet düzeyine oranla arz talep dengelerinin oluşması sonucunda, Amerikanın güneyinin hızla sömürgeleştirilmesine de yol açmıştır. İlk sömürge yayılımının ardında tütün üretimini arttırma isteği de bulunmaktaydı. Avrupalılar Amerika'ya getirdikleri siyahi kölelerle açtıkları alanlarda tütün ekimi yapmaya başladılar.  Bu süreçte tütün hem yeni ziraat alanlarının açılmasında, hem de oralarda çalışacak insanların temininde etken bir madde olarak da dünya tarihinde yerini almıştır.
III.
Tütün 16. asırda Antillerden İspanyol gemicileri vasıtasıyla İspanya'ya ve oradan Avrupa'ya yayılmıştır. Anadolu'ya ise Osmanlı İmparatorluğu zamanında (1605) Venedikli tüccarlar tarafından sokulmuş ve kullanımı kısa bir zamanda yaygınlık kazanmıştır.  1544 yılında İstanbul’da Tahtakale’de iki Suriyeli Arap ilk kahvehaneyi açmışlardı. Osmanlı döneminin en parlak zamanlarına denk gelen dönemlerde tütün daha sonra kahve ile olan kardeşliğini pekiştirmiş ve sosyalleşme yerleri olan kahvehane/kıraathanelerin de yaygınlaşmasında ve günümüze kadar uzanan hükümet devlet indirip çıkarma mekanları olarak Osmanlı toplumunda iletişim zeminini de hazırlamıştır.  Bir anlamda doğudan kahve Batıdan tütünle oluşturulan bu harika sentez Osmanlıda zirve yapan hazlardan sadece ikisini oluşturmuştur.  
Kahve’nin anavatanı olan Etiyopya’nın yüksek yaylaları, yabani kahve bitkisinin doğal olarak yetiştiği bölgelerde yerli halk bu bitkinin tanelerini “un haline getirip bir çeşit ekmek yapıyordu meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılıyor ve "sihirli meyve" olarak adlandırılıyordu. Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası'na yayıldı ve 300 yıl boyunca Habeşistan'da keşfedilen yöntem ile içilmeye devam edildi. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu. Kahve’yi ilk olarak işleyip içmeye başlayan Yemen'deki sufi tarikatıdır. Buradan 1470’li yıllarda Aden’de , 1510’da Kahire’de 1511’de Mekke ‘de görülmüştür.” Yani tütündeki ruhanilik kadar kahve de menşei itibariyle mistik bir geleneğin doğurduğu lezzetti.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1517'te, Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen'de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul'a getirmiştir. Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına "kahvecibaşı" adında bir de rütbe eklendi. “Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı.”
Tütün’ü Osmanlı topraklarına taşıyan Venedikli tacirler, çok sevdikleri bu içeceği Venedik'e taşıdı. Böylece Avrupalılar kahveyle ilk kez 1615'te tanışmış oldu. “Önceleri limonata satıcıları tarafından sokaklarda satılan kahve, 1645'te açılan İtalya'nın ilk kahvehanesinde yerini aldı. Kısa zamanda sayıları hızla çoğalan bu kahvehaneler de; diğer pek çok ülkede olduğu gibi özellikle sanatçıların, öğrencilerin ve her kesimden halkın bir araya gelerek sohbet ettikleri en gözde yerler oldu.  Kahve Paris’e 1643, Londra’ya 1651’de ulaştı. Avrupalılar dünyanın çeşitli yerlerinde kahve plantasyonları kurdular. Endonezya-Cava’da 1712 yılında kahve tarımı başladı. Hollanda Cava ve Doğu Hint Adaları’nda , Fransa Antillerde kahve yetiştirdi.
Kahvenin anavatanı Osmanlı değildi, ama kahveyi kültürle donatan Osmanlıya dünya kahvehaneleri borçludur.  Türkçeden diğer dillere geçen ve Batı dillerinde eskiden Osmanlıdaki telaffuzuna yakın şekilde ifade edilen kahve/hane, yirminci asırda Osmanlı medeniyetinin gerileme ve çökmesi ile kahvehaneyi aşağılrken, cafeleri bağrına basmaya başlamıştır.  Daha önce Fransız etkisiyle aksanlı olarak giren cafe, daha sonra 1950ler ve hassaten Özallı yıllarla, Anglo-Amerikan yörüngesinin yeni bir tezahürü olarak ortaya çıktı. Osmanlıdan alınan Kahvehane, Türkiye Cumhuriyeti döneminde cafe patentiyle geri döndü.  Amerikan Starbucks zincirlerinin bu ülkede neden ayrı bir havası var diye sorarsanız karşınıza, McDonalds varlığına dair bir silsile cevapla aynı olacaktır.  
Ayrıca sonradan Fransa ve Avrupa gibi yerlerde yaygınlaşan şekliyle salon ve kahve/cafe kültürü cami/kilise/loncalar gibi toplumun büyük kesimlerine görüşme ve hasbihal mekanları olan yerlere alternatif olarak yeni bir zaman kaybı ve keyifli muhabbet dönemini de aralamıştır.  Nargile doğu kültürünün bir öğesi olmakta ile birlikte doğuş yerinin Hindistan olduğu zannedilmektedir. Çok farklı kültürlerinin farklı adlandırdıkları bu keyif aracı Araplar tarafından "Narcile", İranlılar tarafından da "Kalyan" diye adlandırılır. Asıl nargilenin kökeni ise Farsça’da "Hindistan cevizi" anlamına gelen "Nargil"den gelir. Hindistan’da ortaya çıkan nargilenin ilk örnekleri Hindistan cevizinin içinin çıkarılıp kabuğuna bir kamış sokularak yapılmıştır. Zamanla Hindistan cevizi yerine kabak kullanılmaya başlanmış, kullananların sayısı arttıkça porselen ve bronz da nargile için elverişli malzemeler haline gelmiştir. Bunları cam, billur, çini hatta gümüş gövdeli nargileler izlemiştir. Hindistan’da doğan nargile, başta İranlılar olmak üzere Araplar, daha sonra da Türk insanı ile tanışmıştır.
Türk insanının nargile ile tanışması aslında Osmanlı dönemine rastlar. O dönemde İran’dan getirilen ve zamanın kahvehanelerinde muhabbetlere eşlik eden tömbeki, bazı padişahlar tarafından yasaklanmıştır. Nargile de uzun zaman İstanbul Tophane’de, İzmir Kemeraltı'nda ve Ankara Gençlik Parkı'nda tömbeki olarak sunulmaya başlanmıştır. Bu nostaljik mekanların müdavimlerini ise genellikle orta yaşın üstündeki insanlar oluşturuyordu. Daha sonraki, yani yakın dönemlerdeki aromalı nargilelerin hayatımıza girmesi ile daha hafif bir içecek haline gelen nargile genç kitle tarafından da tercih edilmeye başlandı.  Bu anlamda eski pastahane kültürünğn özellikle büyük şehirlerde, McDonalds türü “fast food” kültürüyle beraber, uzun zaman alan nargile muhabbetleri klasik doğu-arası sıkışmışlık, hafifçe Osmanlı nostaljisi, sosyalleşme, biraz büyümüşlük, keyfin kurumsallaşması, evden dışarı kendini atma vesilesi ve doğru kişilerle olunca da en heva ve hevesten ve gam meclisinden hevaya nar, nara tütün, tütüne muhabbet katmanın bazen entel bazen entellektüel tezahürleriyle donandı. 
Buna nargileye dair çıkan nice olumsuz haberlerin de bigane kalması, ya zamanı çok olan, ya da evde zamanı aile efradı ya da misafirlerle geçirmek yerine, dışarda, mümkünse tarihi mekanlarda, değilse, lahmacun döner yiyenlere viski içmeyi uygunsuzluk diye anlatan kesimlerin devam ettiği mekanlar da bazen de tütüne yapılan ufak ilavelerle yeni kullanım sahası oldu nargileyle birleşen tütün kültürü.  Menşei Amerika olan tütün ve Kahve Osmanlı’da adab ve törelerle bezenerek bitkiden kültüre dönüşen bir vakıayı da işaret etmektedir. Dördüncü Murat dönemindeki kısıtlamalar da bu tütün (ve dahi alkolün) ehli elinden çıkarak, zıvanadan çıkmaya başladığını gören devlet büyüklerinin de tepkisini yansıtmaktadır.  Sultan elbetteki bundan muaftı. Elbette Mustafa Bekri de!
Tütünün hem efkarlı hem keyifli anların refakatçisi olduğunu o da biliyordu.  Ancak nargileden sonra bireysellik kazanan sarma sigara ve sanayi üretimi sigaralar gitgide daha bir efkarın temsilinde içilir şekilde temsil edildi.  Önce şiirlere sonra şarkı ve türkülere nüfuz eden sigara, “cigara”dan sigara aşamasına geçişte yeni kimlikler de edindi. Cemaatler arasında ayrışan bir tütün kültürü, bazılarında rabıtaya yardımcı olan biz ruhsat hatta tavsiye ile uygulanırken, bazılarında haramsal nitelik kazandı.  Bazıları ise, mesela cerrahilerde olduğu gibi, ne tavsiye ne de men etmeye bakmadan, mescitlerin hemen içinde ayrı bir odada uzayan zikirlere katık olarak yerini aldı.   
IV.
 Tütünün keyif verici olarak kullanılmaya başlanmasından sonra tüketimi hızla artmıştır. Fuzuli bir harcama olarak kabul edilmesi ve sağlığa zararlı olduğu ileri sürülerek ülkelerde çeşitli yasaklar getirilmiştir. 1575’de İspanya ve Amerikan kiliselerinde tütün kullanılması yasaklanmış, 1603’de İngiltere’de Kral I. Jacgue tütün içme aleyhinde mücadele etmiş, 1620’de Japonya’da tütün içme yasağı getirilmiş, 1652’de Almanya-Bavyera’da tütün kullanımı yasaklanmış, 1653’de Saksonya, Avusturya’da tütün içilmesi aleyhinde faaliyetler olmuş. 1634 yılında Rusya’da 1657 yılında İsviçre’de tütüne yasaklar konmuştur. Tütün kullanılmasına karşı konulan yasaklama ve ölüm cezaları çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuş, buna rağmen insanlar tütün kullanmaya devam etmiştir.
Getirilen bütün yasaklar ve cezalara rağmen tütün kullanımının önü alınamamış. Devletlerin tütünden elde edecekleri geliri fark etmeleri ve bu gelirin önemli bir miktarda olması nedeniyle tütün kullanımı ve tarımı teşvik edilmiştir. Böylece devletler tütünden çeşitli vergiler, bandrol almaya imtiyaz ve tekeller kurmaya başlamışlardır.
ütün kendine ait bir sektör ve kültür oluşturmakla da kalmadı.  Amerikan Bağımsızlık Savaşında (ki kimin nerden bağımsızlaştığı tartışmalıdır) tütün büyük rol oynadı.  Asırlar içinde Amerikada büyük bir ihracat kalemi olan tütüne İngiliz Krallığının özellikle Üçüncü George zamanında, Fransa’da vb. Açtığı savaşların finansmanını yüklemek için tütün maddesine ağır vergiler konması, kolonileri işleten Amerikalı eliti rahatsız etmiş ve zamanla onların en büyük argümanlarından olan “temsilsiz vergi” kavramını da ortaya çıkarmış, bu da halk kitlelerinde önemli bir slogan halinde şuur altına yerleşmiştir.  Aslında savaş tam bir bağımsızlık mücadelesi olarak başlamamıştır. Savaş İngiltere'nin yedi yıl savaşları sonucu harcadığı paraları tekrar kazanabilmek adına Amerika'da bulunan kolonilere ağır vergiler yüklemesiyle başlar.  Bugün hüküm süren petrol savaşlarının bir benzerini bu olaylarda görmek mümkündür.
Amerikadaki çatışma önce İngiltere'nin sömürge sorunlarından kaynaklanan bir iç savaş olarak başladıysa da, 1778'de Fransa'nın, 1779'da İspanya'nın, 1780'de Hollanda'nın Amerika'nın yanında yer almasıyla uluslararası bir savaşa dönüştü. Amerikalılar kara kuvveti olarak hem eyalet milisleri, hem de çoğunluğu çiftçilerden oluşan 20.000 kişilik düzensiz bir Kıta Ordusu topladılar. İngiliz Ordusu ise 42.000 kişilik iyi eğitilmiş düzenli bir kuvvetten ve Alman kökenli 30.000 paralı askerden oluşuyordu. İngiliz Kral George’dan George Washington dönemine geçişte Amerika 13 eyaletten oluşan bir “yeni” ülke iken, tütün önemini devam ettirdi.  Kovboyluğun bittiği döneme denk gelen (sinema ve) Westernlerin çıkışıyla kovboyun tütün çiğnemesi, ağzında dişleri arasıda ezerek sigar içmesi, hakaret etmek isteyince ağzındaki tütünü ya da sigarını ateş edercesine tükürürmesi erkeklik kültünün bir yansıması oldu. 
Ayrıca kovboyun sigarasını hasmının ya sırtına kibriti sürterek yakması ya da kendi yıldızlı çizmenine sürtmesi onun kanunsuz güç ve fallik özelliklerini de işaret ediyordu.  Yirminci asır başlarında, bugünlerde her mekandan kovulan sigara, Kelloggs gibi firmaların reklamlarında kullandığı bir atletik vücut sahip olma ilacı gibi lanse ettiği mamul iken, yakın zamanlara kadar Marlboro sigarası ve Amerikan Batısı imajını yine kovboy tipli, elinde kemendi, hafiften kısılmıç gözleri ile ve yanında atı ile “Marlboro adamı” imajı yine aynı kültürel tellere dokunarak country müzik çalıyordu.  Sonra Jazz, arabesk, derken müzik türleriyle özdeşleşen sigara, eskiden topluca ailenin aynı tabaktan yemesine gülen yeni dönemlerin gelişiyle, herkesin ayrı tabaktan yemek yediği dönemlerde, evlenmek isteyen erkeğin artık erkekliğini ve evlenme arzusunu simgeleyen sigara içme eylemiyle, baba ya da büyükler yanında sigaranın yasak olması, yani büyüğe hak olan, onun otorite alanını, erkeklik alanını çiğnemek şeklinde algılandığı, terbiyesizlik, edepsizlik olduğu gibi, aynı zamanda aşağıdan yukarıya gönderilen sigara içme dilekçesi, diğer göstergesel davranışların yanında, evlenmek için izin ya da yol açma arzıhalini de ortaya koyuyordu.
V.
Kırsaldan kente göçle gelen aşamada tütün, Türkiye’deki toplumsal değişiklerin nabzını de kendini dumanında tuttu. İçilen sigaranın filtreli, filtresiz olmasından tutun da yerli yada ithal olmasına kadar bir toplumsal sınıflamaya şahid oldu tütün.  Daha önceleri büyük erkeklere, erkeklere has olan tütün, kadınların toplumda değişen rolleri ve eğitim ve iş alanlarındaki etkileşimleri sonucunda, erkeklerle aralarındaki farkları onların yaptığı eylem olarak sigara, tütün kullanımı şeklinde gösterdi.  Bu aynı zamanda ekonomik sınıfla da ilgili olarak, ama her halükarda cinsler arasındaki etkileşimi de ifade ediyordu.  Daha önceleri daha çok üniversitede daha serbest büyümüş olan nesillerde yaygın olan tütün, muhafazakar kesimlerin ekonomik pastadan istifadesi ve kendine özgü bir kültür oluşturmaktaki acizlikleri de eklenince, devraldıkları kültürü biraz daha muhafazakar görünümlü, ama içten içe imrenilen kesimlerin alışkanlıklarını bir gömlek farkıyla devam ettirmek şeklinde ortaya çıktı.
Tütün kullanımı Osmanlı da olduğu kadar İran’da da yaygındı. Her ne kadar İran’da “Türk gibi tütün içmek” deyimine mütekabil bir deyim peyda olmadıysa da İran’da tütünle ilgili bir önemli hadise de bir Türk hanedanını rolü vardı. Tütün, Osmanlı’da olmayan bir şekilde İran’da bir İsyanın da temelinde yatan olguydu.  Eski yunanda kadınların eşlerine uyguladıkları savaş karşıtı cinsel grev eylemine benzer bir başkaldırı harekatını İranlı kadınlar başlattılar. Erken dönem İran’ında demokratik bir nümayiş özelliği taşıyan bu sivil itaatsizlik hareketi 1891 yılında İran Şahının eşlerinin nargileleri bir tarafa atıp, bir daha tütün içmemeye yemin etmeleriyle başladı.  Tütün haremin en vazgeçilmez unsurlarından idi.  Bazı duvar halılarına da yansıyan sahnelerde odalıkla divanlara uzanmış nargilelerinin tadına varmaktayken tasvir edilmişlerdir.  Ama bu hareketleriyle kadınlar, monarşik bir yapıya karşı gelmişlerdi.  
Nasıreddin Şah vaktinin çoğunu hareminde geçiren bir idareciydi. “İklimlerin hakimi” “ülkelerin fatihi” olan bu adama kadınlar karşı çıkmışlardı. Hazar Denizi boylarından gelip İran’ı 1796 ile 1925 yıllar arasında hükümü sürmüş bir Türkmen kökenli devletti. Kaçar Hanedanı yani bir türk soyundan gelen 1848'de Muhammed Şah öldüğünde Babiler isyan etmiş ve Nasreddin Şah Rusya'nın yardımıyla Babileri bastırmaya çalışmıştır. Babileri bastırmakla başarılı olan sadırazam Emir Kabir İran'ın ıslahatını başlatmış ancak 1852'de Nasreddin Şah tarafından öldürülünce ıslahat hareketi de sona ermiştir.  1870'da Kaçar Hanedanının ekonomisi iflas etmiş ve Avrupalı yatırımcılara ekonomik ayrıcalık haklarını vermeye başlamıştır. Böylece İran, Rusya ve Britanya'nın yarı sömürgesi haline gelmiş ve dünya ekonomisinin de parçası olup dışarıdan ucuz malları girdikleri için İran'ın ekonomik gücü zayıflamıştır.
İşte haremdeki kadınların isyanlarının özünde yatan hadise de buydu. Britanya'ya gizlice tütün üretimi ve satışının 50 yıllık hakkını tekel olarak verilmişti. 1890'de İstanbul'da çıkan Akhtar gazetesi tarafından bu ortaya çıkarılınca İran'da ulemalar ve bazariler 'Tütün Kıyamı' adlı protest hareketini başlatmış ve Kaçar Hanedanı tütün ile ilgili ayrıcalık haklarını Britanya'dan geri almıştır.  Kadınların ve ulemanın burdaki başarısı açık şekilde ortadadır.  Bu olaylar esnasında kadınlar sivil itaatsiz davranmışlar ve ulema ise, şii geleneğinde sunniliğin tersine var olan adaletsiz “fersiz” imamı alaşağı etme hakkını kullanmak yönünde tavır sergilerken, ilk başlarda İngilizlerin üretimlerin baltalamak için tütünün haram olduğuna dair fetvaları da ihmal etmemişlerdi.  İran’da ve OD’ta bugünlerde kanla karışık petrol olarak oynanan siyaset ve ticaret oyunları bu aşamadan önce bugün haber ajansı olarak adı anılan Baron Julius de Reuter’ın İran’da 1872 yılında ucuza kapattığı ülke kaynaklarını, ulaşımı işletme, merkez bankası kurma ve para basma haklarından sonra  tütün ayaklanması büyük bir ticari meta olarak, önemini korudu.  Ulemanın önderliği, harem kadınlarının destekleri ve zaten fukaralıktan canı çıkmış halkın destekleriyle İran, Şah’ın 15000 sterlin karşılığında İran tütün sektörünün satılmasına karşı çıkmış ve Britanya Emperyal Tütün Şirketinin yetirtiştirme ve perakende satış haklarını geri almak yönünde başarı sağlamışlardı (Kinzer 32).  1896 yılında bir mescit ziyaretinden dönerken suikaste uğrayan Nasrettin Şah, öldüğünde ağlayanları çok azdı.  
VI
Tütün meselesi Osmanlı can cekişirken ve damarlarında kalan son damlalarla Türkiye Cumhuriyetine dönüşürken de büyük siyaset ve iktidar ilişkilerinin ağında tüttü.  “Memalik-i Şahane Duhanları” Müşterekül Menfaa Reji Şirketi” Osmanlı’ının son dönemlerde zorunlu kalarak verdiği bir yeni kapitülasyonlar bohçası  gibiydi.   Osmanlı Devleti, Düyun-u Umumiye, ve üç bankacılık gurubu (Die Österreichische Kreditanstalt - Viyana[1], Banker S. Bleichröder - Berlin[2], ve Bank-ı Osmani-i Şahane - İstanbul) arasındaki görüşmeler sonucunda 27 mayıs 1883 tarihli sözleşmeyle yabancı sermaye ile kurulan tütün ticareti tekel ayrıcalıkları olan bir özel kâr ortaklığı şirketidir. (1883-1925).  
Osmanlı Devleti tütün tekelini 42 yıl boyunca elinde tutan Tütün Rejisi, imparatorluğun Kırım Savaşı’yla başlayan iç ve dış borçlanma sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Devletin borçlarını halktan kesilen vergilerle ödeme amacı ile kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi’nden Reji Şirketi’ne devredilen Osmanlı tütünleri idaresi “yabancı sermayeye dayalı ilginç bir özelleştirme modeli olarak yorumlanır.” Kurucu yabancı sermaye kaynakları Avusturya, Almanya, İngiltere ve Fransa (Osmanlı Bankası) kökenli olup, her biri Rothschild Ailesi'nin sahip yada ortak olduğu gruplardır.  Bu gruplar çok geçmeden petrol işinde de etkin rol oynayacaklardır.
İlk Reji Şirketi sözleşmesinin süresi 30 yıldır. Sözleşmeye göre şirketle ilgili olarak ortaya çıkacak adli ve ticari sorunların çözümünde “Osmanlı Mahkemeleri yetkili kılınmıştır.” Tütün üreticilerinin Reji'den ruhsat alması, ve ürünlerini yalnızca Reji'ye satması şart koşulur. Başka alıcı bulamayan üretici, tütünü değerinden çok ucuza satmak zorunda kalır. Kaçak üretim ve satış yaygınlaşır. Kaçakçılık sorunu ile devletin kendi güvenlik güçlerinin uğraşması gerekirken, Rejinin kendi bünyesinde geliştirdiği silahlı "kolcu"larla denetim yaparak üreticiye eziyet ettiği bilinir. “42 yıl süren Reji İdaresi boyunca kaçakçı, kolcu ve zabıtadan ölenlerinin sayısının 20 bin kadar olduğu ileri sürülmüştür”
1911 yılında Reji Şirketi’nin kaldırılması ve 7 yıl süre ile bir “Devlet İnhisarı"'nın kurulması kararlaştırılır ve 1912 yılında bir “Tütün Tekeli” kanun tasarısı hazırlanır. Ancak Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları'nın başlaması ile ve bunun yarattığı mali zorluklar nedeni ile Reji İdaresinin Osmanlı Devletine 1 milyon 500 bin Osmanlı Lirası borç vermesi koşulu ile şirket ayrıcalıkları 1914'ten başlayarak 15 yıl daha uzatılır.26 Şubat 1925'te Tütün Rejisi lağvedildi. 1 Mart 1925'te Tütün Rejisi Fransızlardan devletçe satın alındı ve tüm hak ve yükümlülükleri devlete devredildi. 1930 yılında, 1701 sayılı Tütün İnhisarı Kanunu çıkarıldı.  Tekel böyle doğmuş oldu.
Tütünün keyif verici olarak kullanılmaya başlanmasından sonra tüketimi hızla artmıştır. Fuzuli bir harcama olarak kabul edilmesi ve sağlığa zararlı olduğu ileri sürülerek ülkelerde çeşitli yasaklar getirilmiştir. 1575’de İspanya ve Amerikan kiliselerinde tütün kullanılması yasaklanmış, 1603’de İngiltere’de Kral I. Jacgue tütün içme aleyhinde mücadele etmiş, 1620’de Japonya’da tütün içme yasağı getirilmiş, 1652’de Almanya-Bavyera’da tütün kullanımı yasaklanmış, 1653’de Saksonya, Avusturya’da tütün içilmesi aleyhinde faaliyetler olmuş. 1634 yılında Rusya’da 1657 yılında İsviçre’de tütüne yasaklar konmuştur. Tütün kullanılmasına karşı konulan yasaklama ve ölüm cezaları çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuş, buna rağmen insanlar tütün kullanmaya devam etmiştir.
“Getirilen bütün yasaklar ve cezalara rağmen tütün kullanımının önü alınamamış. Devletlerin tütünden elde edecekleri geliri fark etmeleri ve bu gelirin önemli bir miktarda olması nedeniyle tütün kullanımı ve tarımı teşvik edilmiştir. Böylece devletler tütünden çeşitli vergiler, bandrol almaya imtiyaz ve tekeller kurmaya başlamışlardır.
Tütün kullanımının artması üzerine diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de lehte ve aleyhte fikirler ortaya çıkmıştır. Din adamları tütün içme adetinin Kur’an-ı Kerime uygun olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bunun üzerine Sultan I. Ahmed tarafından tütün içme yasağı getirilmiştir.
Tütün imalatının yoğun olduğu Cibali’de izmarit yüzünden çıkan yangından sonra IV. Murad ağır cezalar getirmiştir. Tütüne getirilen yasaklamalar IV. Sultan Mehmet tarafından 1646’da kaldırılıncaya kadar devam etmiştir. Yasaklama döneminde tütün içme yasağı yüzünden enfiye kullanımı artmıştır. Nargile içilmesi de bu dönemde gelişme göstermiştir.
Tütün 1678 senesine kadar serbest bir şekilde ithal edildi. Daha sonra II. Süleyman zamanında Yenice ve Kırcali’de üretilip İstanbul’a getirilen tütünlerden 8-10 akçe gümrük resmi alınmaya başlanmıştır. Daha sonra bu işler emaneten yaptırılmıştır. Bundan sonrada bu vergiler artırılmış, hem alandan, hem de satandan vergi alınmaya başlanmıştır. Satandan 12 akçe alandan 8 akçe gümrük resmi alınması kararlaştırılmıştır. 1686 yılında gümrük vergisinin dışında tütün satandan alınan resim duhan gümrüğü adı ile 16 akçeye çıkarılmıştır. Bu vergi alma işi 1698 yılında 55 yük akçe karşılığı ihale edilmiştir.
Kıyılmış tütünlerin kağıda sarılarak içilmesine 18. yüzyılda Güney Amerika’da başlanmıştır. Bu ilk sigaralar özellikle Brezilya’da çok rağbet görmüş bunlara “Papelitos” adı verilmiştir .
Avrupa’da sigara şeklinde tütün içme ilk defa İspanya’da olmuş, daha sonrada Fransa’ya geçmiştir. İlk sigaralar 1844 yılında Fransa’da yapılmış ve aynı yıl İtalya’da yapılan kağıt purolar büyük ilgi görmüştür.
Sigaranın yayılması 1856 Kırım harbinden sonra olmuştur. Kırım savaşı sırasında gazete kağıdına sarılarak içilen tütünler Türk, İngiliz, Fransız ve yerli ordulara mensup askerler arasında büyük rağbet görmüştür. Harp koşullarının sigara kullanmayı artırması trforumuz.biz savaş sonrası yurtlarına dönen askerlerin bu alışkanlıklarını beraberinde götürerek oralarda devam ettirmesi sigara sanayinin temeli olmuştur.”
Nihayet 1878 yılında saatte 3600 sigara yapabilen ilk sigara makinesi yapılmıştır. Sigara sanayinin bu şekilde gelişmeye başlamasıyla tütünün sigara şeklinde tüketilmesi, diğer tüketim şekillerine karşı üstünlük sağlamasına sebep olmuştur. Diğer tüketim şekilleri çok düşmüştür. Virginia purosu 20. yüzyılın başlarına kadar önemini korumuştur .
Bugün enfiye ve çiğneme şeklinde tütün kullanımı yok gibidir. İlkel kullanım şekillerinden zaten vazgeçilmiştir. Çok az miktarda özellikle Ortadoğu ülkelerinde nargile şeklinde tüketilmektedir. Pipo şeklinde içilmesi nispeten daha fazladır ancak buda çok önemsizdir. Sigaradan sonra ikinci büyük kullanma puro şeklindedir. Tütünün en önemli kullanma şekli sigara olup, bu alanda önemli bir sanayi doğmuştur.
“Tütün tarımı bu yıllarda serbestçe yapıldığından büyük ilgi görmüştür. Anadolu’da da tütün ekilmeye başlanmıştır. Anadolu ve Trakya’da geniş sahalar tütün ekimine ayrılmıştır. Tütün üretimini düzene sokmak ve devlet gelirini artırmak için bir nizamname çıkarılmış. Alıcı, satıcı ve tütün üreticilerinden tütün cinslerine göre vergiler alınmıştır. Gümrük resmi okkasında 20-50 akçe arasında değişen miktarlara çıkmıştır. Çıkarılan bu nizamnameye göre tütün ekenlerden, tütünleri tarlada iken dönümünden iki buçuk kuruş on ikişer para “duhanı dönüm resmi” alınmıştır. Bu nizamname Reji idaresinin kurulmasına kadar gitmiştir.
Ülkemizde üretilmeye başlanan tütünler iklim, toprak şartları ve ekicisinin mahareti nedeniyle üstün kaliteli olmuş böylece Avrupa’da ithal tütünlerin yerini aldığı gibi, ihraç edilir duruma gelmiştir. İhracat nedeniyle birçok şehirde tütün gümrüğü teşkilatları kurulmuştur. Bu gümrüklerden Rumeli’de 13 tane, Orta Anadolu’da 11 tane, Doğu Anadolu, Arabistan ve Suriye’yi içine alan bölgede 6 tane olmak üzere 30 tane tütün gümrüğü kurulmuştur.
Osmanlı Devletinin yenilikçi Hükümdarı II. Mahmut kurduğu yeni asker ocağının masraflarını karşılamak için tütünden alınan vergileri yüzde yüz artırmıştır. 1826 yılında duhanı dönüm resminin geliri 3 000 keseden 6 000 keseye yani 3 milyon kuruşa çıkarılmıştır. 1840 yılında tütün ithalat ve ihracatından alınacak vergiler konusunda dost ülkeler ile bir ticaret anlaşması yapılmıştır. Kırım savaşı nedeniyle hazineye gelen yükü azaltmak için 1855 yılında alınan vergiler artırılmıştır.
Osmanlı Devleti döneminde tütünde en önemli gelişmeler 1861 yılında başlamış. Bu yıl ülkeye tütün ithali yasaklanmıştır. tütünün inhisar şeklinde idaresi 1862 yılında çıkarılan bir nizamname ile kabul edilmiştir. Daha önceki uygulamalar kaldırılmıştır. Bu nizamnameye göre tütünlerden kalitesine göre vergi alınmaktaydı. Daha sonra bu düzenleme kaldırıldı. Tütünlerin kalitesine bakılmaksızın okkasından 12 kuruş vergi alınması kararlaştırılmıştır. Çeşitli düzenleme ve değişikliklerle 1872 yılına gelinmiştir. 1872 yılında İlk Devlet inhisarı kurulmuş ve tütünlerin çıkış noktasından vergi alınması kararlaştırılmıştır. Tütün satmak ve inhisarı işletmek hakkı iki Rum bankerine 3500 altın mukabilinde satılmış altı ay sonrada fesih edilerek 1873 yılında yeni bazı düzenlemelerde yapılarak “İdarei İnhisariyeyi duhan” adıyla bir teşkilat kurulmuştur.

1874 yılında sigara ve paket tütün üretimi yapan fabrikalar kurulmuştur. Bu dönemde tütün tarımı serbest olarak devam ediyor ve tütün satış fiyatları kayıtlara tabiiydi. 1883 yılında yapılan bir şartname ile tütün inhisarlarının işletilmesi hakkı 30 sene süreyle “Memaliki Osmaniye Duhanları Müşterekilmenfaa Reji Şirketi” adlı Fransız Anonim Şirketine verilmiştir. Reji şirketi 13 Haziran 1921 tarihine kadar faaliyetini sürdürmüştür. Bu tarihte şirketle, hükümet arasında yapılan bir anlaşmayla Reji idaresi tamamen devlete geçmiştir. Cumhuriyete kadar üretilen tütünlerde çeşitli miktarlarda vergiler alınmış, bu vergiler bazen kalitesine göre değişme, bazen kilo başına standart olarak, bazen yörelere göre değişik vergiler şeklinde olmuştur.
Tütünün elbetteki zararları vardır.  Bu zararlar da efsane haline getirilen, 4000 küsür kimyasalın içilen sigarayla beraber solunuyor olmasının yanında, kötü kokabilmesi ve küllerinin ve izmaritinin de sorun olabilmesidir.  Öte yandan, sigara içenler arasındaki evrensel sigara ve “ateş” alma dayanışması da bütün dayanışmaları aşkın biçimde sürmektedir.  Dünyanın hemen her yerinde bu evrensel bir tütüncü dayanışmasıdır.  Tütün hala keyif ötesi bir hücrelere kadar işleye bir rabıtayı simgelemektedir.  Bir tiryakinin cebinde ya da evinde olmadığı zaman hissettiği sigarasızlık hissini çoğu insan hala birbirine hissetmemektedir.  Daha nice derin rabıtaları kıvrım kıvrım içinde barındıran tütünün belki de en kötü tarafı, değer namına ne varsa hepsinde olduğu gibi, kendini içeni içmesinden öte, onu da paranın satın alıyor olmasıdır. Tütünün menşei ile bu gerçeğin ne kadar alakası vardır bilmem, ama şahsen sigaranın en sevmediğim yönü de bu güzel ölesiye dostluğu paranın satın alıyor olmasıdır.
Metin Boşnak.

0 comments:

Post a Comment