rss
email
twitter
facebook

Monday, November 23, 2009

Ehven-i Şer Olarak Demokrasi ve Mem(e)okrasi


Ehven-i Şer Olarak Demokrasi ve Mem(e)okrasi

Demokrasinin—geçerli olmasa da—genelde tarifi “halkın, halk için, halk tarafından yönetimi”dir.  Ve demokrasilerde temel şart, yönetimin seçimle iktidara gelmesidir.  Bu, ilk bakışta cazibesiyle insanı meczup eden tarifin, hem teorik hem de pratikte pek çok bölüneni ve muhalif kolları vardır.  Öncelikle liberal demokrasi, sosyal demokrasiden politik ve ekonomik olarak farklı alt yapılara dayanmakta olup, dolayısıyla toplumu faklı yönlere tevcih etme eğilimindedirler.  Dahası, her ikisi de doğrudan ve temsili demokrasi bölünenleriyle ayrı ayrı gruplaşmaya gitmektedirler. Birinde doğrudan, diğerinde dolaylı olan katılım şekli kuvveden fiile geçiş aşamasında da demokrasi kelimesinin kökleri olan “demos (=halk)” ve “kratos (=yönetim)” un yansıttığı kitle ve nüfuz alanı olarak başka değişkenler kumkumasını ortaya koymaktadır. Yani baz alınan halk kesimi ve yönetimin uygulanışı.
Bu konuda sık yapılan hatalardan biri, çoğu zaman demokrasiden bahsederken cumhuriyetin, cumhuriyetten bahsederken demokrasinin kastedilmesidir. Cumhuriyet “iktidarın, yetkisini toplumun verdiği vekalete dayanarak kullandığı siyasal örgütlenme biçimidir” bu anlamıyla cumhuriyet, monarşinin karşıtı olmakla birlikte demokrasi anlamını da ifade etmeyebilir.  Mesela, oy hakkının ve geniş anlamda halkın idareye katılımının olmadığı cumhuriyetlerde durum böyledir.  Hele hele Rousseau’nun Toplumsal Mutabakat’taki “yönetim biçimi ne olursa olsun, yasalarla yönetilen her devlet cumhuriyettir” ifadesini hatırlayacak olursak, demokrasi=cumhuriyet olamayacağı aşikardır.  Meseleyi içinden çıkılmaz hale getiren bir diğer husus, cumhuriyet kelimesinin ideolojik kökeni  farklı olan diğer idari yapılanma şekilleriyle terkip halinde kullanılıyor olmasıdır.  Mesela, (eski) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Iran Islam Cuumhuriyeti, Çin Halk Cumhuriyeti vs.
Eski Sovyetler hem sosyalist hem de cumhuriyetti güya.  Yani farklı yönlere hamle yapan, fakat aynı koşum takımına mahkum edilmiş bir çift kısrak...  Aynı zamanda Politbüronun 1973’te yaptığı bir beyanda Sovyetlerin dünya yüzeyindeki tek gerçek demokrasi olduğu ifade ediliyordu.  Çin’de benzer bir keşmekeş yaşanırken, bir taraftan devlet yönetimi kapitalizmle uzatmalı flörtünü surdüregelmiştir.  Iran’daki durum ise ne gerçek Islam ile ne de cumhuriyet ve demokrasi ile uyumu sözkonusu olmayan bir tepki tornasından peyda etmiş, her üç hammaddeyi kullanıyor görünen, fakat potasında eritemeyen, mamulleri defolu bir seri üretim hattı gibidir.  Kendilerine bu tür sözümona cumhuriyetleri örnek alan ahmaklar hala varsa, yağmur birikintisine olta attıklarının farkına varsalar iyi olur!
Adları cumhuriyetle veya demokrasi ile anılmasa da “demokratik” yapılanması olan bazı ülkeler vardır ki kendi halklarının haklarını gözetmekte genelde iyi puanlarla taltif edilegelmiştir kendi klüp üyeleri tarafından.  Mesela Ingiltere ve Hollanda resmi olarak meşruti krallıklardır, ama demokratiktirler.  Amerika cumhuriyettir, ama demokratiktir.  Bu ülkelerin demokrasisi öte yandan, kendi—beyaz, zengin—halkları için mevcuttur.  Uluslarası platformda mutlak anlamda demokrasi—ki insan hakları ve hukuk cerçevesinde vuku bulması gerekir—bu ülkelerde de yoktur.  Kendi halklarının hukukunu gözetmeleri bakımından en azından Türkiye’den daha demokratiktirler.  ABD’de oy kullanma oranı ortalama yüzde 50 civarındadır.  Yani orada zorla demokrasi yoktur.  Oy kullanmak kadar oy kullanmama hakkı ve hürriyeti de geçerli bir demokrasi tezidir Amerika’da.  
Demokrasinin kavramsal ve kuramsal ihtilafına gelince,  şurası bilineki demokrasi insanın icad ettiği en iyi rejimdir.  Fakat “vicdan”ın üst sınır olmadığı hiçbir yer ve zamanda demokrasiden söz edilemez.  Nitekim ne teorik ne de pratikte, Eski Yunan’da olsun günümüz devletlerinde olsun mutlak anlamda her şart ve durumda geçerli bir demokrasi hiçbir zaman olmamıştır. Demokrasinin yatağı eski Yunan ise, politika ve çıkar ile cimaından olan gayr-i meşru çocuğunun beşiği de bugün Amerika ve bazı  batı Avrupa ülkeleridir.  Eski Yunan’da halkı yetişkin erkekler temsil ediyordu.  Yunan sitelerinde yaşayan yerli olmayan erkekler ve kadınlar, Yunanlı kadınlar ve dahi çocukların iraptan mahalli yoktu.  Meraklılar Aeschylus’ın Oresteia adlı trilojisini okuyabilirler.  ABD ve Bazı Batı ülkelerinde—temelleri kan ve sömürü üzerine kurulmuş olsa da—demokratik bağlamda imrenilecek hususlar elbetteki mevcuttur, fakat buralarda da halk hem medya ve kapital, hem de devletlerin iç-dış çıkar ve denge hesapları yüzünden “demos”u mutlak anlam da “kratos”a yansıtmaktan mahrumdur.
Demokrasiyi çoğunluğun tahakkümü olarak algılamak yanlıştır.  Bu anlamda, kasdedilen sadece “poliyarşi”dir.  Bizce demokrasi “vicdan,” yasal anlamda “hukuk” ve “insan hakları”na dayalı olan, hem insanlar hem devletler arası platformda en üstün kurum olarak algılanan, ekonomik sosyal ve statü  farkı gözetilmeden, ikili üçlü standartlara boyun eğmeyen şark kurnazlığı ve garp ihtiras ve açgözlülüğü gözetilmeden uygulanan, adil bir seçimle halkın tamamının temsil hakkına sahip olduğu ve bilinçli insanların oylarını gerçek anlamda teftişe tabi tutmasını mümkün kılan rejimin adıdır.  Ve demokrasi insanların silah, kurşun ve dişlerini sıkmadan “adam” gibi konuşabildiği, devletin millet için var olduğu, hem ferdin ferde, hem ferdin devlete karşı hukuki eşitliğini öngören, ne biri 99’a ne 99’u bire tercih etme hakkını kendinde görmeyen, bununla uyumlu bir ekonomik ve politik altyapıyı oluşturmuş idare şeklidir.
O halde demokrasi (1) alternatif fikirlerin ve muhalif uygulamaların varlığına hukuk çerçevesinde müsaade eder. (2) Demokrasi faziletli, şuurlu ve vicdanlı insanların ekseriyette olduğu toplumlar, insanlar ister.  Aksi halde, sayısal azınlık için bir kıyım makinası olur. (3) İyileri iktidarı getirmek kadar, kötüleri alaşağı etmeyi de mümkün kılar. (4)  Sermaye-emek vb. ayırımlar yapmadan hukuki eşitliği esas alır.  “Genel faydayı maksimize etmek” maksadına yönelik olsa bile bu kuralı aşamaz, hacıyatmazlık yapamaz. Kapitalin ya da kapital ve güç hırsının sonu plutokrasi ya da kleptokrasidir, demokrasi değil. (5) Profesyonel siyasetçi ve halk ayrımı yapamaz. (6)  Seçimle iş başına gelen kim olursa olsun, onu yasal ve hukuki olarak tanır, yöneten kadar yönetilenin de hukukunu gözetir. (7) Iktidar sahiplerinin liyakatini esas alır ki bu anlamda “meritokrasi” ile örtüşür. (8) Oy veren ve oyuna sahip çıkabilen insanlar ister.  Bu açıdan bakıldığında, Atatürk’ü ancak resmi bayramlar ve ihtilal yıldönümleri vasıtasıyla ve yalaka mazmuncuların yazıp heyecanlı cevval çocukların okuduğu şiirlerle tanıyan sahte Atatürkçü, Marx’ı ve doktrinlerini entel barlarında ve Türk Pravdasının anlattığı kadarıyla hazmeden zirzop komunist, Islamı diyanet onaylı cuma hutbeleri ve dini bayramlar vesilesiyle ve imamların kapasitesiyle orantılı olarak ancak öğrenebilmiş cehaletten fanatik cahil şeriatçı, Sakarya’da takılıp da Dicle’ye bir türlü ulaşamayan kof milliyetci, liberalizmi “liboşluk” olarak algılayan enteller ve sermayedar ve “taştan da olsa bizim adamımız olsun” mantığının hakkaniyet ve liyakatten uzak olarak kendi inanır göründüğü prensipleri de ayaklar altına alarak herşeyin sınırını kendi varlığıyla sınırlı tutan bir toplum ya da toplulukla  demokrasi olmaz.  Sonra gelsin kavga, gelsin zulüm “nasıl olsa biz oturuyoruz koltukta” anlayışı. 
Ve sonuç: hamasetle hamakat arasında bocalayan, boşa harcanan zamanı simgesi sarkaç. İradesi olmayanların, idaresi olmaz. Hukuki hiyerarşinin olmadığı yerde anarşinin—yani sivil itaatsizliğin, terörün değil—vukuu mukadder ve mübarektir. Ve “haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” toplumun düsturu olmadıkça, gerek sarmısakçı gerek soğancı takiyyeci, zekadan yoksun kapıkulu geleneğinin uzantısı kurnaz şaklabanların kuracağı yönetimin adı da HIPOKRASI’dir.  Hipokritlerin mebzul olduğu yere de böylesi yaraşır! Bu malzemeyle demokrasi değil, olsa Mem(e)okrasi olur.  Zaten onun için toplum olarak hep iyiyi aramak yerine, ehven-i şerle iktifa etmek zorunda kalmıyor muyuz?  Ve ondan değilmi ki ventrilokrasinin şanlı evlatları her zaman kazanıyor?
Metin Boşnak 

0 comments:

Post a Comment