rss
email
twitter
facebook

Tuesday, November 24, 2009

Psikolojik Ayna Olarak Güç



Insanları en çok cezbeden ve değerlerinin çürümesinin müsebbibi unsurlardan biri—hukukun olmadığı, ya da suistimal edildiği, kimin güçlüyse haklı gösterilmeye çalışıldığı toplumlarda—mutlak anlamda güçtür. Güce giden çeşitli yollar vardır; Bir kısmı tevarüs eder, bir kısmı kazanılır.  Kraliyet vb. güç unsurları birinci; para, prestij ve bazı makamlar ise ikinci sınıfa girer. Iki grup arasında örtüşmeler ise her zaman olabilir.  Güç  bazan paradır, bazan makamdır, bazan da birilerini arkaya—dolayısıyla önüne—almak suretiyle ortaya çıkar. Gücün edinilmesinde etken unsurlar—birinci grup hariç—insanın sahip olduğu organlardır. Kimi bedenini kullanır, kimi kafasını.  Bazen de her ikisi uyumlu bir çalışma içinde olabilir.  Bu organların kullanımıdır ki amaca yönelik olarak güce erişimi sağlar. İnsanlar güce kavuşmak için nadiren beyinlerini, ama ekseriya dillerini ve bedenlerini kullanırlar. Beynini kullananlardan haysiyetli bilim adamı ve mütefekkir, sadece dilini kullananlardan politikacı, işportacı, tezgahtar, sahtekar vs. olur. Bedenlerini kullananlardan işçi olur.  Bunlardan bazıları çekirge profilinde “yatarak” para kazanır, bazıları karınca gibi ayakta çalışarak. Nihai olarak kullanılan organ farkıdır, farkı ortaya çıkaran, fakat kültürel geleneklerimiz bazı organlarımızın kullanımı—ya da suistimalini- meşru bazılarını memnu kılmıştır.  Ama bunun bir adım ötesi, kullanılan organın şekli veya türü değil, kullanım şeklidir.  Veya kültürel  geleneklerimiz öyle algılanmalarına neden olmuştur. Bunların nihai sonuçları paradır, şöhrettir, makam veya mevkidir, ama  hepsi de bir güç odaklaşmasına yol açarlar.           
Dil, beyin ve yürekten akan seslere tercüman olursa, insan şair veya yazar olur: ideal ve haysiyet abidesi ortaya çıkarır. Bel aşağısı ve mideden gelen kakofoniye alet olursa, insan yağcı, karaktersiz, va fakat kurnaz menfaatperest olur. Kendini bilmeyen insanlar, ister kendilerinden, ister yakınlarından kaynaklansın güç ile meftun olmaya adeta doğustan meyyaldirler. Bu anlamda güç insanların gerçek tabiatlarını ortaya çıkarmak gayesiyle içine tutulablilecek en mükemmel aynadır.  Fakirken, acizken, güçsüzken sağlıksızken vadedilen şeyler, kişi zenginlik, kuvvet, ve sağlığa kavuştuğunda devam ediyorsa, o insan içi, dışı bir olan dürüst insandır.  “Ah! şimdi 20 yaş genç olaydım...  dım” vb. gibi laflar bu bağlamda kişinin önce kendine karşı dürüst olmadığının, sonra akılsızlığının bir müşahhas delilidir.  Çünkü—her ne kadar yaşına rağmen aynı herzelerini devam ettiren insanlar olsa da—aklı başa getiren, süzülmüş tecrübesini yumağına dönüştürebilmiş yaştır. Fakat heyhat ne ömür miras kalır, ne de tecrübe!
Ve yakınıp dilekte bulunan kimse yaşına rağmen aklı başına gelmemiş kişidir. Aklı yaşta değil başta olanlar yanılıyorlar mı peki! Akıl başta (kafada) ise güzel, “baş”ta ise kötüdür. Hele hele başta olanların akıllarının başta değil “baş”ta olması tehlikelidir.  Ama “baş” da bir güç, iktidar unsurudur! Bereket tanrılarının heykellerindeki gibi. “Baş”ın “yaş”a nüfuz edemeyişi, başta, başta olup başsız olanı rezil eder. Başsız toplumların akıbeti de bellidir. Yaşamın önemi başla mukimdir.  Kuramsız yaşamın yaşla baş edememesi mukadderdir! Sonunda ortaya ebcet hesabıyla 58 mukabili bir baş çıkar.
Işte bu anlamda güç insan tabiatının en iyi yansıtıcısıdır. Iyi ve dirayetli insanların elinde olan güç iyi güçtür! Dirayetsiz veya sapık iradeli insanın elindeki güç, hem o insanın hem de nüfuz alanının başını yer.  Kendisi kısa boylu olduğu için yanındaki korumalarını hep uzun boylu goril tiplilerden seçen Hitler güç vasıtasıyla hem boyunun kısalığını—bir eksiklik olarak görüp—telafi etmeye çalışmış hem de sapık dirayetinin sonucu hem kendini hem ülkesini bir felakete sürüklemiştir.
Ailesinden sevgi görmeden büyümüş, kardeşiyle bile gördüğü sevgi farklılığı yüzünden rekabet etmek zorunda kalmış ve bir yerlere—kapasitesizliği yüzünden—yıllarca sonra, hem de birilerinin tavassutuyla gelebilmiş ve sevgi açlığı olan insanlar kısa zaman içinde şu veya bu şekilde  kendisini—hak etmese de—bir güç odağı ve yağdanlıkların sahte iltifat ve teveccüh halesi içinde bulan insancıklarıın elinde güç, hem başkalarını manipüle etme hem de yediği kudret helvası, hem de suyla karıştırarak nektar niyetine içtiği viskinin etkisiyle sarhoş olup manipüle edilme gibi bir tehlikeyi beraberinde getirir. Güç odaklarında ve katmanlaında sevgi değil birinin aleyhine olsun diye diğerinin lehine olmak üzere işletilen, gülücüklerle kamufle edilmeye çalışılan ve sonunda sırıtmayla noktalanan, sık sık—istemese de—diş göstermek zorunda kalıp adeta tik halıne gelen, bir yayvanlaşıp bir birleşen dudaklar ve sık sık gerilip sonra kullanılan malum malzemelere rağmen kırışan ve aynayı içine çevirip nefs muhakemesi yapamadığı için ancak karşısına geçip yüz hatlarını incelemekle vakit geçirip sonra da aynaya düşman olan ve o gün kimden acaba hangi menfaate müteallik olarak kendisine yağdırılan iltifatı, acaba niçin kendini en azından vaktiyle gerçekten seven, ama yeterince teveccüh görmediği kişileri aklından geçiren ve sonra iyi olmayan sıfatlarla o kişileri aklından savuşturmaya çalışan, kapris, komleks ve “birilerinin burnunu sürtmeyi” adeta bir muvaffakiyet manzumesi halinde başına kondurmaya bir obsesif paranoya halinde histerik tepkiler vererek çalışan, bunu başarmak için her türlü yolu, bühtan ve iftirayı, yolsuzluğu mübah sayanlar ve fakat yine de kendilerine gelemeyenlerin aslında başlarındaki en büyük bela “yaş”ları kendileridir. 
Bunu aslında çevresindekiler de bilmekte ve fakat demokrasiden çok ventrilokrasi ve kapıkulu geleneğinin mümessilleri oldukları için  doğruyu olduğu gibi değil, istendiği gibi ve istendiği kadar anlatmaya mezundurlar. Dost odur ki eleştirisini—hele hele menfaat ilişkisi varsa—insanın yüzüne, takdirini de onun gıyabında başkalarına yapar.  Dost odur ki, “dostum” dediğine kendi menfaatinin süflörlüğünü yapmaz.  Bilir ki güç—Tevfik Fikret’in Istanbul için kullandığı tabirin değişik haliyle—bir fettan aşüftedir.  Muvakkat olarak bir insanın koynuna girer, ama bir başkasının kollarına atlar ve sizin can düşmanınız olur. Burada aklıma bir Fransız yazarın vecizesi geldi: “Bir mütebessim yüz çoğu zaman bir alçağın kafasından ve kalbinden geçenleri kamufle eden bir maskedir.”  Ne mutlu hissettiği için ve samimi olarak gülüp ağlayabilenlere!  Ağlamak da insancadır, gülmek de insana mahsustur.  Ama bazılarının ağladığını görünce gözyaşlarına dahi güveni kalmıyor insanın!  
Kadir-i Mutlak olarak Allah’ı tanıyanın kimseden havfetmesi gerekmez. Müslüman kendini teslim eden kişidir ve teslimiyet ancak Allah’adır.  Allah’tan korkmayandan korkmanın  korkmaya dahi değmediğini O’ndan korkanlar bilir.  N. Kemal’le birlikte “Felek her türlü  cefasın toplasın gelsin/Dönersem kahpeyim H(hak) bildim yoldan!” diyebilmek de işte bunun gereğidir!

0 comments:

Post a Comment