rss
email
twitter
facebook

Tuesday, November 24, 2009

Ölmek ya da Yaşamanın Farkına Varmak

Ölmek ya da Yaşamanın Farkına Varmak

Ölüm insana bahşedilen bir nimettir, hayat gibi.  Bize asıl üzüntü veren ölümün soğukluğu değil ölümün sevdiklerimizi alıp götürmesidir esasen.  Yaptıklarınızın belki yarım kalması, yazılan, okunan bir kitap bitmeden mesela, bir çocuğu tastamam yetiştiremeden, müteakip hayata tam hazır olmadan, kendimizi hayatta iken okuyamadan, kendimizden ötesini tam okumadan.  Özdeki toprağı keşfetmeden, orada güller yeşertmeden, yani hayatın bir işe yaradığını göremeden.  Hayat nedir sormadan, hayatın anlamını hayattan kaçmak şeklinde değil, hayatla bizzat yüzleşerek ve ölüme de hayata da eyvallahsız bir şekilde ölmek ve yaşamak.  İnsan ve inananın onuru ile. 
Kilometre doldurmak değil ki yaşamak, ya da mide ya da cep.  Hele yaşarken ölümü yüceltip, ölürken hayata dönmek isteği. Pişman olduğunuz her fiil bir nevi ömektir aslında.  Ve beraberinde tekrar yaşamaya dair yapılan taahhüt ve yeminler.  Muhtaç olmamak esas, ele düşmemek.  Yaşadıklarından pişman olmadan, kendimizle yüzyüze. Hata yapıp, hataları tekrar etmeden. Yani öğrenerek.  Öğretmeyi değil öğrenmeyi temel alarak.  Gözler semaya, gönüller toprağa.  Ne hayatın getireceğine ne ölümün bitireceğine aldırmadan hani.  Bir de yaşarken ne artılarımız var, ölürsek ne eksilir diye sorarak.  Hayatı sormuk şekeri gibi değil, "zehirle pişmiş aş" gibi, ama bir çocuğun safiyeti, cüreti, hesapsızlığı içinde.  Hem bir bitiş hem de esaslı bir başlangıç gibi kitap ve defteri elde.  Ayet ayet sure sure.  Ve en büyük ayetin –işaret, alamet anlamında-- sanatın kendimiz olduğunu bilerek. Her insanın ölümüyle bir siliniş ve her doğumla yeniden yazılmak gibi.  Toprağa boynu dürerek,  topraktan nasipsize dimdik. 
Ölüm esasen bir posta kutusu, telefon numarası, bir email ve apt. numarasındaki isim silinme işidir. Bir duanın cevapsız kalması da öyle.  Dua ki çağrıdır. Ölesiye yaşayıp ölmek.    Ölesiye sevmek, öldürmek sevgiden uzak olan herşeyi. Sevilmesek te sevmek belki.  Severek ölmek. Severek sevmek beklentisiz.  Sevecek bir şey yoksa en azından kendimize ait olan iyilikleri sevmek, ama yine sevmek.  Sonra sevilecek ne var diye bakabilmek.  Başkasının farkında olarak yaşamak.  Kim var, ne var geride diye sormadan ölmek. Ve bölmek kendimizi bir sıfırla, sonra da sıfırla kendimizi çarpmak. Sonra bir ile çarpıp sonucun yine “bir” ettiğini tek bir ile farketmek.  
Arayan, soran,yazan, konuşan yoksa zaten ölümdür bu.  Yaşadıklarımız kendimizle sınırlı ise dünyaya kapalı, ölümdür bu.  Ölüm kendini aşmaktır tepeleri tepe tepe.  Hakikatın yaşmağını sıyırıp, yaşamanın deruni hüznünü özümüze giydirmekle varılan bir kendini giyinme hali. Korku ile değil cesaretle, belki sevilenlerden sevilmesi gerekene  bir yolculuk.  Meşgalenin bittiği an, istirahatin başladığı ve yeni enerjilerin depolandığı bir an.  Zebun olmak zebani korkusuyla ile yaşamak değil, onları aşarak yaşamak ölüm.  Toprağa "keşke toprak olsaydık" pişmanlığına mahkum olmadan yaşamak.  Gidilecek yerde de seveceklerimiz olduğunu bilerek.  Aslında her daim şikayet eder gibi olduğumuz ve fakat her nedende yaşamayı hala biyolojik fonksiyonlardan öteye algılamadığımız bir sürece son verilmesi.  Posta değil gözü dosta dikerek.  Dostun hem iyi, hem kötü tarafımızla bizi kabulleneceğinin idrakinde.   Sevda otağına girer gibi, karasevda gülleri dermek için.  
            Esasında ölüm hayata anlam katan bir süreçtir.  Herşeyde olduğu gibi birşeyin değeri onun ya eksikliği ya da yokluğu ile anlaşılır.  Hayat ve anasır da böyle.  Ölüm hayatı anlamlı kılan şeydir bu anlamda.  Ölüm de hayatla anlama kazanıyor.  Verilen emanetleri safiyetimiz haricinde used up yaşayarak ölmek.  Beynimiz, yüreğimiz gibi.   Yaşamak iç huzuru ile, ölmek öylesine.  Ve gondolun marinada salındığı gibi, salınmak hayata doğru. Yaşamak iç huzuru ile, ölmek öylesine.  Ve gondolun marinada salındığı gibi, salınmak hayata doğru.  Zakkum ağaçlarından uzakta bir gül bahçesinde ıtır olurcasına.

0 comments:

Post a Comment