rss
email
twitter
facebook

Tuesday, November 24, 2009

Şeytan Kimdir?

Şeytan kelimesinin ş-t-n kökünden geldiğini ve "gizlemek" anlamında olduğunu öğrenmek şaşırtıcı olmamıştı.  Beni şaşırtan şey Allah adıyla şeytani şeyler yapanlarla şeytani addedilen şeyleri yapıp Allah'ı ananlar arasındaki tenakuz olmuştır.  Düşündüğümde ortaya şöyle bir şey çıktı bilmem katılır mısınız?  Hasenat, iyilik, ibadet yapanlar, bu yaptıklarıandan dolayı Allah'tan torpilli olduklarını düşünüp Şeytan'a meylediyor, Şeytani olan şeyleri yapanlar ise yaptıklarının şuur altında bir baskısını sancısını hissediyorlar.  Birinci grup ibadet ya da hasenatla sınırlıyor sorumluluk alanını, diğeri ise borçlu hissettiklerinden dolayı alabildiğince hayatın her alanında Şeytani olmayan tavırlara verebiliyor kendini.  Birinci kesimin Allah'ı kapandığı seccadesinde, ödediği borcuyla kalıyor, diğerinin ise şeytanı şeytanı olan işle sınırlı kalıyor ve onun haricindeki alanları Allah'ın alanı olarak görüp öyle davranıyor.  Bu hamur çok su götürür, biliyorum.  Bir de bu tersine meyyaliyetlerin sebebini düşünmeye çalıştım.  Genelde Şeytan ödemeyi peşin yapıyor iradenin talebine karşı, Allah ise genelde vadeli çalışıyor hem ceza hem mükafaat verirken.  Sorun da Allah'ın öteki dünyaya bıraktığı mükafaatları insanların bu tarafta kapmaya çalışmasından kaynaklanıyor sanıyorum.  Böylelikle insanlar ilginç bir rahatlamaya kavuşuyorlar.  Bir taraftan göğe dikip gözleri diğer taraftan elleriyle arzı tırmalamaları bundan sanırım insanların. Hem semaya hem yerde O'nu görenler ise zaten "gizlemek" küfründen uzak olanlardır.
İyi bir okuyucu vasıfları ile tefekkür dehlizlerine girme cüretinizden dolayı tebrik ederim.   Dini terminolojide herkesin doğmasına bir lütuf alameti olarak bakılır.  hatta bazı ekollerde insanın hem nefes alırken hem de verirken hamd etmesine kadar giden aşırı uç da vardır.  İnsanlar inanıyorlarsa elbette şükredeceklerdir herşeye, nimete ve zillete.  Lakin doğduyu yer aile ve şartlar kimlerin için nimet kilerin için bir sefalet olarak tecelli edebilir.   Nimet verildiğinden mükafat olduğu için zillet verildiğinde sabra ve tevekküle yönelme bir dahili rektifiye rehabilitasyon vb. ve terfi imkanlarından bahsedilir.  Ancak buarada dinin ve insanın başına gelen iyi veya kötü herşeyin rasyonalize edilerdek iman takviyesi mantığını fen bilimlerine  karşısında hissedilen gereksiz bir kompleks alameti olarak görüyorum.  Bu tartışmaların bir kısmını daha derin seviyelerde Mutezili ve Cebriyyevi ulema yapmışlar aslında.  Bir kısmı kaderin hududları ve kader çizzgisinde insanın münferid rolü ile Allah'ın hükümn alanı arasında gidiyor.  Kimi ulema ise bir orta yol kavramını ikame etmişlerdir.   Ayrıca dikkatli incelendiğinde ehl-i sünnet özellikler 14. asırdan sonra dünyayı tam bir zindan mantığı ile algılamaya başlamıştır.  Yani İslam açısından dünya nedir diye   nimetlere kavuşmanız için neredeyse insanın hiç dahli olamayan bir dünyada üslendiğii zillet rolü gibi algılanmıştır.  Sonra da kadercilik mantığı doğrultusunda insanlara iradelerinden ve iradeleyile oluşacak güç potansiyelleri ve sorgulama haklarında uzaklaşmışlardır.  Bugünkü sancıların bir kısmı da buradan kaynaklanıyor.  Ayrıca istemeden ve tercih kullanamadan doğduğumuz düşünülürse, ve dünya bir pislikse ve şöyle ve veya böyle bulaşıyorsak ne demeli?  
Arasıra telaffuz edilen iki dünyanın dengesi lafı ise bir taraf genelde ağıyor.  İşin iğrenç olan tarafı insanların bir şekilde hataya günaha bulaşmaları değil.  Bu belki gerekli de birşey, ama günahın ve dünnyeviliğin kutsllarla anlatılması veya kutsallaştırılması, kudsi kılıflarla meşrulaştırılmsıdır.  Daha yazacaklar var da lakin...

0 comments:

Post a Comment